BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Davos’taki kahramanlık gösterisinin ardından yaptığı açıklamalardan birinde, kendisinden "monşer tavrı beklenmemesi gerektiğini" söyledi.
Başbakan’ın "monşer" diye nitelediği kişiler, bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı mensupları.
Bir Başbakan’ın kendi yönetimindeki bir grup memuru böyle sıfatlarla aşağılamaya çalışması herhalde dünyada benzerine rastlanmayacak bir durum olsa gerek.
Başbakan’ın beğenmediği diplomatlarımız, ülkemiz bürokrasisinin en iyi eğitilmiş grubunu oluşturuyor.
Ve bu kişiler, kendi kafalarından uydurdukları bir diplomasi yürütmüyorlar.
Onların görevi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin kendilerine çizdiği politikayı yürütmek!
Bunu yaparken çok başarısız olduklarını da söyleyemeyiz.
Türkiye’nin önünde çözülememiş dış problemler varsa, bunun nedeni ve sorumlusu diplomatlar değil, o sorunları çözebilecek siyasi iradeyi ortaya koyamayan hükümetlerdir.
Başbakan’ın, bu bakanlık mensuplarına karşı duyduğu ve göstermeye çekinmediği bu öfkenin altında bu bakanlığı da diğer bakanlıklar gibi ele geçirememiş olması yatıyor.
İmam hatipli olmak, eşinin başının örtülü olması, badem bıyık bırakmak gibi kriterlere uyacak kişileri bu bakanlıkta bulabilmesi zor.
Bu zor olduğu içindir ki birçok kadro boş dururken, o kadrolara uygun diplomatlar işsiz boş otururken atama yapılmıyor.
Başbakanlık’ta kendine bağlı bir "ikinci dışişleri bakanlığı" kurmasının nedeni de bu.
Ya moderatör ’Buyurun konuşun’ deseydi!
YAYINA yeni başlayan www.tempo24.com.tr sitesinin dış haberler editörü Yusuf Cevahir, Davos olaylarından sonra haberleri topluca değerlendiren bir analiz yazdı. Yazısı şu soruyla bitiyor:
"Ya moderatör, ’Buyurun istediğiniz kadar konuşun’ deseydi?"
Bence bu konuyla ilgili olarak sorulmuş sorular içinde ilk sıraya yazılması gereken soru bu.
Moderatör böyle yapsaydı, Başbakan o sinirli tavrıyla neler söyleyebilirdi?
Başbakan’ın böyle sinirlendiği zaman neler söyleyebileceğini bizler gayet iyi biliyoruz.
"Ananı da al git" de diyebilirdi, "Ne kadar sallarsan salla" da!
Toplantıda "anlık çeviri yapan" tercümanların, Kasımpaşa ağzını çevirmek için ne hallere girebileceğini görür gibiyim.
Sorun en temelinde Başbakan’ın fiziksel durumu ile ilgili diye düşünüyorum.
Ani öfke patlamalarının, nerede konuştuğunu bir anda unutmanın mutlaka "vücut kimyası" ile ilgili bir nedeni olmalı.
Öte yandan bir diğer önemli sorun da bu ülkedeki tartışma kültürü ile ilgili.
Karşısındakini dinlemek, en beğenmediği düşüncelerle karşılaştığında bile sükûnetini koruyarak o fikirlerin yanlışlığını inandırıcı bir şekilde ortaya koyabilmek, bu ülkede kolayca yapılabilen bir şey değil.
Bu nedenle belki de Başbakan’ın toplantıyı sinirle terk edip gitmesi olabilecek daha kötü şeyleri önleyebilmek açısından yararlı oldu bile denilebilir!
Başbakan Erdoğan’a düşen görev
GAZETELERE yansıyan haberlerden anlaşılıyor ki Davos’taki çıkışından sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın popülaritesi Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde zirve yapmış durumda.
Bunun önemli bir fırsat yarattığını düşünüyorum.
Arap-İsrail sorununun çözülmesinin önündeki en büyük engellerden biri, Arap kamuoyundaki "yenilmişlik" hissidir.
"Yenilmişlik" hissinin yanı sıra, dünyanın geri kalanı tarafından terk edilmişlik duygusu bu bölgede faaliyet gösteren ve amaçlarına ulaşmayı sadece terörde bulan örgütlerin sonuna kadar kullandığı bir psikolojik iklim yaratıyor.
Başbakan’ın Gazze Katliamı sırasındaki tutumu ve Davos’taki teatral gösteri bu halklar nezdinde Erdoğan’ı, Müslüman ülke liderleri arasında ayrı bir konuma koyuyor.
Ve Erdoğan, bu konumunu, İslam dinini kendi terörist amaçlarına alet etmek isteyenlere karşı kullanabilir.
Evet, bu kolay bir şey değil, ancak İsrail ile uluslararası alanda demokratik yollarla da mücadele edilebileceğinin ortaya konulması önemli bir adım olabilir. Erdoğan’ın popülaritesini bu örgütleri ve kişileri terörden vazgeçirmek için kullanmaya yönelmesi gerekiyor.
Başarılı olunması zor bir yol elbette, ancak Erdoğan, bu bölgedeki ezilen halklar için gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsa bu görevden kaçmamalıdır.