Paylaş
“Biz zalime zalim deriz, mazlumun da yanında dururuz, hiçbir fark gözetmeden” dedi.
Güzel sözler bunlar. Zalimin kimliğine bakmadan karşısına dikilmek, mazlumları savunmak önemli bir insani değer.
Ama keşke böyle şeyler sözlerde kalmasa, gerçek hayatta da tutulabilse ne kadar da iyi olurdu.
Özellikle de Başbakan Ahmet Davutoğlu için!
Yaşadığımız çağın en zalim iktidar sahiplerinden biri, Sudan’da hüküm sürüyor.
Sudan’ın Devlet Başkanı, Korgeneral Ömer Hasan Ahmet El Beşir!
300 binden fazla sivilin öldürülmesinden ve 2 milyon 700 bin kişinin vatanlarını terke zorlanmasından sorumlu.
Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırım suçlamasıyla aranıyor, medeni bir ülkeye giderse yakalanıp mahkemeye çıkarılacak.
Bu dünyadaki tek dostu Recep Tayyip Erdoğan! Birbirlerine adeta “bayılıyorlar”.
Bu cani, yakın geçmişte Türkiye’de defalarca geldi.
Zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan onu ağırlarken, Dışişleri Bakanlığı koltuğunda da Ahmet Davutoğlu oturuyordu.
Kusura bakmasın ama onun da “zulüm seçici” davrandığını söylemek zorundayım.
Güzel sözler söylemek iyidir, ama bir politikacı için güzel sözler söylemek yetmez, o sözlerle tutarlı davranışlar içinde bulunması da beklenir.
Sözler 10 numara uygulama 0!
ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Yırca’da 6 bin zeytin ağacının kesilmesiyle sonuçlanan termik santral girişimiyle ilgili olarak şunu söyledi:
“Çevre şartlarına herhangi bir aykırılık oluşturan proje Türkiye’de yapılmayacak.”
Yine alkışlanacak, güzel sözler!
Ama ne yazık ki gerçek hayat, yaşadıklarımız, gördüklerimiz bu sözlerle örtüşmüyor.
Mayıs ayında, bir torba yasanın içine şu maddeyi de atan, Yıldız’ın üyesi olduğu hükümetten başkası değildi:
“23/6/1997 tarihinden önce yatırım programına alınmış olup, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle planlama aşaması geçmiş olan veya ihalesi yapılmış olan veya üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) kapsamı dışındadır.”
Biliyorsunuz, projeler yapılmadan önce mutlaka ÇED raporu alınması gerekiyor. Eğer ilgili raporda projenin çevresel etkisinin negatif olduğu yer alırsa, proje ya tümden iptal oluyor ya da ilgili rapor uyarınca değiştirilmesi gerekiyor.
Hükümetin ÇED raporu zorunluluğunu ortadan kaldıran bu kanunu çıkarmasının ardından Anayasa Mahkemesi, geçtiğimiz temmuz ayında bu maddeyi iptal etti.
Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümüyor, dolayısıyla kanunun yayınlanmasıyla, iptali arasında geçen süre içinde ÇED raporu alınmadan başlatılan projeler halen yürürlükte.
Mesela İstanbul’da yapılacak üçüncü havaalanının, çok ciddi çevresel sorunlar yaratacağı biliniyor ama sırf Recep Tayyip Erdoğan, havaalanının o bölgeye yapılmasını istediği için proje yürüyor.
Böyle birçok büyük proje var ve çevreye etkisi umursanmadan yürütülüyor.
Dedim ya siyasetçilerin güzel sözler söylemesi iyidir ama onların bu sözleriyle tutarlı davranışlar içinde olmalarını beklemek de hakkımızdır.
Bunun adı savurganlıktır
BİR ülkede, yöneticilerin kullanımına ait özel uçakların bulunması normaldir.
Diplomasinin gereği olarak ülke yöneticilerinin yabancı ülkelere kısa ziyaretler yapması gerekebilir, böyle durumlarda tarifeli uçaklarla uçmak zaman kaybıdır.
Bu nedenle her ülke, kendi gücüne göre yöneticilerinin kullanımı için uçaklar satın alabilir, kullanabilir.
Sormamız gereken soru, ülke yöneticilerine hizmet etmesi için alınacak bu uçakların vasıflarıdır.
Eğer ABD gibi, Rusya gibi bir ülkede yönetici iseniz, denizaşırı uzun yolculuklar yapmak için büyük uçaklar da alabilirsiniz. Bütçeniz de buna yeter.
Ama yapacağınız yolculukların önemli bölümü üç–dört saatlik uçuşlar ise, geniş gövdeli, uzun menzilli bir uçak almanız gerekmez.
Küçük uçaklar bu tür yolculuklar için uygundur, işletilmesi ucuzdur, fiyatı uygundur vs.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, geniş gövdeli bir uçağı 179 milyon dolara almış olmasını bu nedenle eleştiriyoruz, devlet yöneticileri tarifeli uçaklarla uçsunlar diye değil!
Türkiye’nin yöneticileri de elbette işleri gereği denizaşırı yolculuklar için geniş gövdeli uçaklara ihtiyaç duyarlar.
Çözümü böyle bir uçağın o yolculuk için kiralanmasıdır.
Nitekim bugüne kadar böyle oldu, ihtiyaç halinde devlet o uçağı THY’den kiraladı, liderlerimiz ve heyetleri böyle yolculukları rahatça yapabildi.
Yine bu yol izlenebilir, Hazine’nin 179 milyon doları, kamu kurumlarında tasarruf tedbirleri uygulanırken bir uçak için harcanmış olmazdı.
Bu uçağı THY aldı. THY o uçağı günlük operasyonlarında kullanabilir, uçağı işleterek maliyetini geri kazanabilir ve gerektiğinde de devlete kiralayabilirdi.
Şimdi 179 milyon dolarlık uçak, yerde bekliyor, işletme giderleri büyüyor, yöneticilerimizin seyahatlerinden seyahatlerine kullanılabiliyor.
Kusura bakmasınlar ama bu lüks hastalığından başka bir şey değildir.
Eleştirdiğimiz şey savurganlıktır, kısıtlı olanaklarımızın sorumsuzca harcanmasıdır.
Paylaş