Paylaş
Sürekli okuyucular hatırlayacaklardır bu sorular ile ilgili düşüncemi “Abdullah Gül’e imalı sorular” başlığı ile bu köşede yazmıştım. (20 Aralık 2016)
Nitekim, Abdullah Gül, komisyonun bu sorularını yanıtlarken bir yerde şöyle diyor:
“Komisyonunuzca hazırlanan bazı soruların kaleme alınış şeklinden, çeşitli vesilelerle tekzip ettiğim yanlış ve çarpıtılmış haberlerden yola çıkıldığını üzülerek görüyorum.”
11. Cumhurbaşkanı’nın yazılı yanıtlarının özünü, 17 Aralık süreci başlayana kadar Abdullah Gül’ün bu “yapının” bir gizli örgüt olduğunu fark etmemiş olması oluşturuyor.
Gül, bu grubun dini motivasyonlu bir akım olduğunu ve sadece basın ve eğitim alanlarında faaliyetlerde bulunduğunu düşünüyormuş.
“Bu akımın şimdilerde tüm açıklığıyla deşifre edilen çok karmaşık örgüt yapısının, hiyerarşisinin ve işleyişinin neticede bir darbe teşebbüsünde bulunacak güç ve cüretkârlığa ulaşmış olması, şahsım da dahil pek çok kimsenin öngöremediği bir durumdu” diyor.
İşte burada duralım diyorum.
Mesela ben 30 Mart 2011’de bu köşede şöyle yazmıştım:
“Ortada kendisine Fetullah Gülen’in izleyicileri sıfatını uygun görmüş bir grup var. Bu grubun gayriresmi bir yönetimi var. Bu grubun yönettiği, miktarı ve kaynağı belli olmayan bir bütçe de var.”
“Muazzam bir parasal kaynak bu ve bu kaynakla değişik işler yapılıyor, gazeteler basılıyor, televizyonlar idare ediliyor.”
“Bir adım ileri gidip bunun bu yönüyle bir ‘gizli örgüt’ olduğunu bile iddia edebilmek mümkün.”
“Üstelik kamuoyunda yaygın kanaat bu cemaatin devletin kurumları içinde kadrolaşma çabası içinde olduğu, bunu bazı kurumlarda büyük ölçüde başardığıdır.”
Bu çetenin, gizli planları olan bir örgüt olduğunu yazan bir tek ben değildim.
O tarihte, mesela gazeteci arkadaşımız Ahmet Şık, ‘İmamın Ordusu’ kitabının taslakları nedeniyle tutuklanmıştı. Hanefi Avcı da yine örgütün içyüzünü anlattığı kitabı nedeniyle tutukluydu.
Birçok kitap yayınlanmış ve bu çetenin tehlikeleri konusuna dikkat çekilmişti.
Cumhurbaşkanlığı makamında olup da böyle bir şeyin 17 Aralık’a kadar fark edilememiş olması mümkün olabilir mi?
Aynı zamanda, kendisine Çankaya Köşkü’nde Dışişleri Başdanışmanı sıfatını verdiği kişi, Büyükelçi Gürcan Balık, bugün FETÖ’den tutuklu. Hatırlarsınız, aynı kişi Ahmet Davutoğlu’nu Dışişleri Bakanı’yken Pensilvanya’ya götürmüştü.
11. Cumhurbaşkanı’nın yanıtlarının tümünü dikkatle okudum.
Şunu söylemeliyim ki Gül, soruları genel geçer ifadelerle geçiştirmiş.
Gül, elbette Fetullahçı değildi ama onun bulunduğu mevkilere gelmiş bir siyasetçinin “Ben böyle olduklarını bilmiyordum” demesi de kusura bakmasınlar ama hiç inandırıcı gelmiyor bana.
‘BU MEMLEKET İYİLİĞİ HAK EDİYOR’
GEÇENLERDE yayınlanan bir Olağanüstü Hal Kararnamesi’yle 631 akademisyen, üniversiteden ihraç edildi.
İnsanların kitleler halinde devlet memuriyetinden ihraç edilmelerine artık alıştık gibi.
Kimse yadırgamıyor.
Kimse yadırgamadığı gibi bu ihraçların FETÖ bağlantılı olduğuna ilişkin genel bir kanı da var.
Oysa son ihraç edilen akademisyenlerin 42’si, meşhur barış bildirisinin imzacıları arasındaydı.
Bu da ilk kez olmuyor. Daha önceki kararnamelerde de imzacı oldukları için ihraç edilen akademisyenler vardı.
Bir bildiriye imza attığı için bir akademisyen, mesleğini yapamaz hale getiriliyorsa, kusura bakmayın ama orada demokrasiden söz edebilmek mümkün değildir.
Bir suç örgütü ile iltisaklı olmadıkları biliniyor, çünkü olsalardı zaten tutuklanıp hapse de atılmış olurlardı.
Bir fikre sahipler ve o fikri doğru bulsak da, yanlış da bulsak, fikirlerini açıklama özgürlüğüne de sahip olmalılardı.
Son ihraçlar, deyim yerindeyse Türkiye’nin en önemli okullarından birini de yok etti.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden Prof. Dr. Nilgün Toker Kılınç, Prof. Dr. Zerrin Kurtoğlu Şahin, Yrd. Doç. Dr. Ali Serdar Tekin, Psikoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Melek Göregenli ve Sosyoloji Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Lülüfer Körükmez de ihraç edildiler.
Türkiye’nin önde gelen bir felsefe bölümü ve o okulun öğrencilerini de düşünen yok.
Yılmaz Murat Bilican, www.t24.com.tr’deki yazısında ihraç edilen hocalardan bazılarının öğrencilerine verdikleri mesajları yayınladı.
Gazetelerde yer bulamayan bu mesajlardan ikisini sizlerle paylaşmak istedim.
Prof. Dr. Nilgün Toker Kılınç: “Yapmadıklarımdan/söylemediklerimden dolayı sorumlu olmaktansa, yaptıklarımdan/söylediklerimden dolayı ‘suçlu’ ilan edilmeyi onurla yüklenirim. Sevgili öğrencilerim, değişmekten vazgeçmediğiniz sürece felsefe öğrencisi ve bizim öğrencimiz olacaksınız emin olun. Elbet yolumuz bir gün bir yerlerde tekrar kesişir, buluşuruz.”
Prof. Dr. Melek Göregenli: “Canım öğrencilerim, hiç üzmeyin kendinizi. Biz derslerimize devam ederiz. Bu memleket iyiliği hak ediyor, adaleti, barışı, sükûneti, hayata ve barışa inanmaya devam edelim.”
ÇALIŞAMAYAN GAZETECİLER
SALI günü “Çalışan Gazeteciler Bayramı”ydı. 56 yıl önce, 212 sayılı basın mesleğinde çalışan ve çalıştıranlarla ilgili yasanın kabulü nedeniyle ilan edilmiş bir bayram bu.
“Çalışamayan gazeteciler”in sayısının her geçen gün arttığı bir ortamda bir kutlama da yapılamadı tabii.
Bu vesileyle hapisteki gazetecileri unutmadığımızı hatırlatmak isterim.
Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Güray Öz, Musa Kart, Hakan Kara, Turhan Günay, Önder Çelik, Bülent Utku, Kemal Güngör, Akın Atalay, Nazlı Ilıcak, Ahmet Turan Alkan, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Altan biraderler.
Suçsuzluklarını kanıtlama olanağı bulacakları adil ve hızlı bir yargılama istiyorum.
Paylaş