Bakanlar nereye bakıyor?

DIŞARIDAN baktığınızda "bayağı adam" gibi görünürler... Ali Desidero’nun deyişiyle "hepsi okumuş çocuklar"dır.

Hepsinin kırmızı plakalı arabaları var. Bir yere gittiklerinde, ayaklarının altına, ayakkabıları çamur olmadan yürüyebilsinler diye kırmızı halılar seriliyor.

Kulaklarında özel kulaklıkları olan korumaları, özel kalem müdürleri, sayısız müşavirleri, sayısız kadrolu memurları var.

Öyle bir unvanları var ki aradan yıllar geçse bile isimlerinden önde gidiyor.

Üç gün o makamda otursanız yıllar sonra bile "Sayın Bakanım" diye anılıyorsunuz.

Anayasa’ya göre hükümetin genel siyasetinin yürütülmesinden hep birlikte sorumlular.

Kanunların uygulanmasına yön veren tüzükleri de onlar çıkarırlar.

Valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri onların bulunduğu yerde pek ses etmeden otururlar.

Eskiden "vekil" de denilirdi; ama şimdi hepsine "bakan" deniliyor.

Nereye bakıyorlarsa, onun adıyla anılırlar. İçişlerine bakanlar içişleri bakanı, dışişlerine bakanlar dışişleri bakanı diye.

Ama şimdi ortaya çıkıyor ki Cumhuriyet’in en önemli kurumlarından birine yapılacak atama kararnamesine, üstünde ne yazılacağını sormadan imza atmışlar!

Sanki tahsilat mafyası kapılarına gelmiş ve beyaz bir káğıda imza attırmış gibi bir durum.

İmza attıkları káğıt daha sonra Resmi Gazete’de de yayınlanıyor.

Hepsi Merkez Bankası’na başkan atayacak kararnameyi boş olarak imzalamışlar.

Hiçbiri "imza atıyorum; ama bunun üzerine yazacağınız isim kime ait, nasıl bir insan, bu işleri başarabilir mi" diye sormamış, soramamış.

Dedim ya dışarıdan bakıldığında bayağı kerli ferli insanlar gibi görünüyorlar; ama kendi imzalarına bile sahip değiller!

Bir fotoğrafın anlattıkları

SÖZÜNÜ edeceğim fotoğraf dün Milliyet’te yayımlandı. "Liyakatin Resmi" başlığıyla!Fotoğraf, Dünya Ormancılık Günü nedeniyle düzenlenen bir toplantıda çekilmiş.

Fotoğrafa görüntüleri yansıyanlar Orman Bakanlığı üst düzey bürokratlarının eşleri.

Bakanlığın en üst kademe yöneticilerinin eşlerinin oturduğu "protokol masası"nda ve hemen arkasındaki masada 14 hanım var.

İçlerinde sadece dört tanesi türbansız, diğerleri türbanlı.

"Ankara’da eşi türbanlı olmayan bürokratın artık ilerleme şansı yok" diye anlatmıştı kendisi de bir kenara itilmiş bürokrat olan bir okul arkadaşım.

Fotoğraf onun sözle anlattığının resmini gösteriyor.

Yanlış anlaşılmasın, kimsenin nasıl giyindiğiyle ilgili bir sorunum yok. İsteyen türban takar, isteyen saçını mizanpili yaptırıp öyle dolaşır!

Ama bir bakanlığın tüm üst düzey kadrolarının eşleri aynı şekilde giyiniyorlarsa, bunda bir iş var diye düşünürüm.

Belli ki eşi türbanlı olmak, AKP hükümetinde bürokraside yükselmenin baş şartı, liyakat ikinci planda geliyor.

Bu, memurlar arasında artık açık bir ayrımcılık yapıldığını gösteriyor. Siyasi ve ideolojik nedenleri var. Ve bu nedenler, AKP hükümeti tarafından bir "devleti zapt etme" programına dönüşmüş durumda.

Picasso sevgisine bağlı trafik tıkanıklığı

HAVANIN güneşli olduğu her sabah yaptığım gibi dün de yolumu uzattım ve gazeteye gelirken Boğaz yolunu kullandım.

Emirgan’a yaklaşırken başıma bunların geleceğini bilseydim, elbette böyle bir hata yapmazdım.

Yeniköy ile Emirgan arasını yaklaşık 45 dakikada geçtim. Normalde 10 dakika sürmeyen bir yol bu.

Trafik tıkanıklığının nedeni, üç gün sonra bitecek Picasso Sergisi’ni gezmek için gelenlerin oluşturduğu çok uzun araç ve insan kuyruğuydu.

Bu sergi 24 Kasım 2005 tarihinde açıldı. O günlerde kimsenin sergiyi gezmek için bu kadar sıkıntıya katlanmasına gerek yoktu.

Vergi vermek için son günü bekleyenleri anlayabilmek mümkün. Birçok açıklama bulunabilir bunun için. Ama bir sergiyi gezmeyi son güne bırakmak, nasıl bir gelenekten besleniyor? Bunu anlayamadım.

Şunu düşündüm: Böylece bir rekora daha imza attık. Dünyada Picasso Sergisi için trafiğin tıkandığı ilk ülkeyiz! Ne mutlu Türküm diyene!
Yazarın Tüm Yazıları