Paylaş
Elbette bunu isim vererek yapmadılar ama Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının önemine vurgu yaptıkları konuşmalarının başka bir anlamı yok.
Bugüne kadar AKP tarihinde hiç rastlanmamış bir durum bu.
Bildiğimiz genel tutum Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin yaptığı gibi olurdu çünkü.
Başbakan bir söz söylediyse, ondan sonra konuşan bakan, o sözü bir adım ileri götürmeye gayret ederdi ki Başbakan’ın gözüne girsin.
Başbakan’ın açıkladığı düşünceye katılmayan da sesini çıkarmaz, bu düşünceye karşı da olsa onu ifade etmezdi.
Çünkü bilirlerdi ki siyasi gelecekleri “tek seçici” Erdoğan’ın iki dudağı arasındadır, onu tehlikeye atmak istemezlerdi.
Ali Babacan’ın artık yeniden milletvekili seçilmesine AKP tüzüğü gereği olanak yok.
Ama hâlâ bir siyasi geleceği var, parti içinde başka görevler üstlenmesi, 2019’daki seçimde yeniden aday gösterilebilmesi mümkündü.
Mehmet Şimşek için bu da geçerli değil, o da biliyor ki Başbakan’a karşı çıkmak demek, gelecek seçimde koltuğu kaybetmekle aynı anlama geliyor.
Peki o zaman bu çıkışı yapma ihtiyacını neden hissettiler?
Ekonominin gerçeklerine Başbakan’dan daha çok vâkıf olmaları bir neden olabilir tabii. Merkez Bankası’nın itibarının sarsılmış olmasının ekonomi üzerinde kırılganlık yaratabileceğini ve bunun hükümet için sonuçlarının iyi olmayacağını düşünmüş olabilirler.
İkinci neden ise bunun bir “danışıklı dövüş” olması.
Başbakan, kendisine bir “anti” yaratmadan duramıyor.
Politika yapma biçimi böyle, her zaman kendisine bir hedef seçiyor, konuşmalarında dozu giderek artan şekilde bu hedefe yükleniyor.
Hedeflerin sayısı o kadar çok ki, sandıktan her zaman birini bulup çıkarabiliyor.
Bu kez de piyango Merkez Bankası Başkanı’na çarptı. Başbakan, böylece ekonominin girdiği durgunluğun suçunu onun üzerine yıkıyor, onu günah keçisi haline getiriyor.
İki bakanı da piyasaları rahatlatmak için onun izniyle böyle konuşuyor.
Bakanların siyasi gelecekleri ile ilgili işaretlere ve Merkez Bankası Başkanı’nın istifa edip etmeyeceğine bakarak, hangisinin doğru olduğunu yakında öğreniriz.
Babacan ve Şimşek samimiyse
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, Merkez Bankası ile ilgili çıkışları, düşündüğümüz türden bir danışıklı dövüş değilse, önemli bir başka konuya işaret ediyor.
Eğer bakanlar, bu çıkışlarını ekonominin kırılganlıklarını Başbakan’dan daha iyi bildikleri için yaptılarsa, bu tutumları, Başbakan’ın, Cumhurbaşkanlığı planlarında tereddütlere de yol açmış olmalı.
Erdoğan, eğer Cumhurbaşkanı seçilecek olursa, Köşk’te oturmakla yetinmeyeceğini açık açık söylüyor.
Eğer seçilebilirse, bir “gölge başbakan” ve “partiye bir emanetçi genel başkan” bularak ve gelecek seçimlerde Anayasa’yı değiştirecek bir sonuç elde ederek, başkanlık sistemi getirmek istediği de bir sır değil.
Ancak Babacan ve Şimşek’in çıkışları da gösteriyor ki, sorumluluk duygusu gelişmiş politikacılar, bazen “yukarıyı” dinlemeyebiliyorlar.
Yani, siyasi bakımdan güçlü bir politikacının, “gölge başbakanlığı” uzun süre sorunsuz yürütmesi de o kadar kolay değil.
Daha önce Turgut Özal’ın, Yıldırım Akbulut ile, Süleyman Demirel’in, Tansu Çiller ile yaşadığına benzer sorunlar çıkabilir.
Öte yandan siyaseten güçlü olmayan bir başbakan liderliğinde AKP’nin bir seçimde Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa ulaşması da siyasetin gerçekleriyle uyuşmuyor.
Babacan ile Şimşek’in çıkışları Başbakan’da bu tür bir alarm zili çaldırmış olmalı.
Bu durumda, AKP’nin yakında bir tüzük değişikliği yaparak üç dönem kuralını kaldırması mümkündür.
Beş yıl oldu soruşturma uyutuluyor
SIEMENS şirketinin bir telekomünikasyon ihalesinde rüşvet dağıttığını, Türkiye’ye bu amaçla gelen Siemens üst yöneticilerinin, bir bakan ile özel bir yemekte buluştuklarını Almanya’da açılan soruşturma ile öğrendik.
Tarih, 2008 yılının ağustos ayıydı.
O tarihten sonra ben bu köşede, Metin Münir de Milliyet’teki köşesinde bu konuyu defalarca gündeme getirdik.
“Savcılar uyuyor mu” diye geçen yıl 28 Mayıs’ta yazdığım yazıya, savcılık Almanya’dan gelecek belgeleri beklediğini açıklamıştı.
Skandal ortaya çıkalı 5 yıl oluyor, ortada hâlâ açılmış bir dava, yazılmış bir fezleke yok.
O bakan da kendiliğinden ortaya çıkıp “Evet o yemeği ben yedim ama kimseden rüşvet almadım” demedi, saklandı.
Savcıların işinin 17 Aralık’tan bu yana ne kadar zor olduğunu biliyoruz.
Ortada Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet skandalı var, soruşturmaya yeltenen “darbeci” oluyor!
Ama yine de savcıların bu konuda artık bir açıklama yapmaları gerekiyor.
Almanya’dan beklenen belgeler geldi mi? Savcılık, dosyayı tamamlamak ve davayı açmak için neyi bekliyor?
Paylaş