Paylaş
ABD yöneticilerini uyarmayı da ihmal etmedi: “Türkiye’nin tecrübelerinden elde ettiği haklı uyarılarını dikkate almazsanız bu örgüt kendi milletine yaptığı ihanetin aynısını rahatlıkla size de yapar” dedi.
Bakan Bozdağ’ın bu bilgiye nereden ulaştığını, Hıristiyan tarikatlarında yuvalanan FETÖ’cülerin sayısının ne olduğunu bilmiyoruz.
Bakan olarak bunları söylediğine göre, uydurmadığını varsaymalıyız.
Ancak Bakan Bozdağ’a şunu hatırlatmalıyım ki FETÖ’cülerin, Türkiye’deki gibi bir devleti önemli ölçüde ele geçirebilmeleri için sadece tarikatlara girmesi yetmez.
Türkiye’deki gibi “verimli bir toprak” da bulmalılar ki Bakan’ın dediği tehlikeyi yaratabilsinler.
Bu “verimli toprağın” ne olduğunu biliyoruz: Her şeyden önce devlet yöneticileri bunlara bakarken “aynı amaca farklı yollardan gittiklerini” düşünüyor olmalı.
Bizde böyle olduğunu en yetkili ağız ifade etmişti, hatırlarsınız. Sonra devlet kademelerinde ilerlemelerinin ve yuvalanmalarının yolunu açacak bir siyasi irade de lazım.
ABD’de böyle bir siyasi irade zaman içinde oluşur mu bilemem ancak şunu söyleyebilirim ki böyle bir siyasi irade oluşsa bile “kurumlar” kendilerini bundan koruyabilirler.
Liyakat ve ehliyetin arandığı kurumlarda, sırf tarikat bağları nedeniyle örgütlenebilmek mümkün olamaz çünkü.
Bizde mümkün oldu çünkü liyakatin yerine kayırmacılık geçerli oldu.
Hukukun olduğu, yargının siyasi iktidara karşı bağımsızlığını koruduğu bir ülkede ise ne kumpas davaları açılabilir, ne de böyle gizli örgütlenmelere göz yumulabilir.
Onun için Bakan Bozdağ, ABD için endişelenmesin.
Onun endişelenmesi gereken şey, şimdi FETÖ’cülerden boşalan yerlerde hangi tarikatların örgütlendiği olmalıdır.
Görüyoruz ki FETÖ’cü örgütlenmenin panzehri olan “liyakat” bizim topraklara hâlâ gelebilmiş değil.
‘ADALET’ TALEBİ AYARLARI BOZDU
KEMAL Kılıçdaroğlu’nun bireysel olarak başlattığı ama giderek bir kitle hareketine dönüşen “adalet” yürüyüşünü, TRT “sözde adalet yürüyüşü” diye niteledi.
Vergilerimizle yayın yapan kamu kuruluşunun iktidar borazanı olmasına alışmıştık ama belli ki iktidar çevrelerine hâkim olan “panik” onları da etkilemiş, söyledikleri sözün nereye gideceğinin farkında bile değiller.
İktidardaki partinin adında “Adalet” var.
Ama gelin görün ki Türkiye’de adaletin en çok yaralandığı dönem de bu dönem oldu.
Bu partinin iktidara gelmesinden önce de Türkiye’de adalet sorunluydu, bağımsız ve tarafsız değildi, bu bir gerçek.
Ama bu iktidar döneminde yargı bağımsızlığının tamamen yok olduğuna tanık olduk.
“Kumpas” davalarıyla muhalefetin ezilmeye çalışılmasını da, devlet ve silahlı kuvvetlerde Fetullahçı çetenin hâkimiyeti ele geçirmesini de yaşadık.
O günlerde de “adalet” arayışları, bu iktidarın yine aynı şekilde tepkisini çekiyordu.
Bugün de çekiyor.
O zaman da yanılıyorlardı, bugün de yanılıyorlar.
“Adalet” talebinin böyle yaygın bir kitlesel destek bulması belli ki bütün ayarları bozmuş.
Akıllı bir iktidar, bundan kendisine gerekli dersleri çıkarır, adalet talebine kulak verir ve pozisyonunu güçlendirebilirdi.
Ama olmadı, toplum bir de bu talep üzerinden kutuplaştırılıyor.
YARATILMIŞ MARKALARA DESTEK OLUN
BİLİM, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, “Türkiye’nin kendi markalarını yaratması gerek” dedi.
Nuray Babacan’ın Hürriyet’te yayınlanan haberine göre Bakan Özlü şöyle diyor:
“Marka yaratmak için Türkiye’nin her şeyi var. Bizim eksiğimiz, markamız yok. Otomobil ve tekstilde müthiş altyapı var, olmayan markamız.”
Bakan Özlü’nün “marka yaratmanın gerekliliği” konusundaki görüşlerine elbette katılmamak mümkün değil.
Ancak şunu söylemeliyim ki tekstil endüstrisinde “Olmayan şey markamız” sözleri gerçeği yansıtmıyor.
Çünkü bu alanda güçlü markalara sahibiz.
Birçok örnek var. Mesela Damat–Tween markası, Türkiye dışında 13 ülkede kendi markasıyla bulunuyor. Azerbaycan’dan Çin’e, İtalya’ya, Rusya ve İspanya’ya kadar!
Koton’un yurtdışındaki mağaza sayısı 193. Dünya genelinde 800 satış noktasında da Koton ürünleri satılıyor.
Kiğılı’nın yurtdışındaki mağazalarının sayısı 24. Kendi mağazalarında, kendi markasını satıyor.
Penti, 29 ülkede 106 mağazaya sahip. Avrupa’nın en büyük üç üreticisinden biri.
Hatemoğlu, kendisine ait markaları Azerbaycan’dan Çin’e, Kongo’ya uzanan bir coğrafyada, kendi mağazalarında satıyor.
Sarar’ın 15’i Avrupa’da, 19’u ABD’de ve 51’i diğer ülkelerde olmak üzere 85 konsept mağazası var.
L.C. Waikiki, yurtdışında 35 ülkede kendi mağazalarında ürünlerini satıyor.
Bunlar ilk anda aklıma gelenler. Türkiye’de yaratılmış daha birçok marka, yurtdışında biliniyor, tanınıyor.
Bakan, tekstilden söz ettiği için bu örnekleri verdim. Mobilya konusunda da uluslararası birçok markamız var mesela. Başka sektörlerde de iş yapan, dünyaya açılmış, tanınan markalarımız var.
Yani diyeceğim o ki Bakan Özlü’nün yapması gereken yaratılmış bu markalara devletin nasıl destek olabileceğini bulmak, devlet eliyle marka yaratmaya çalışmak değil.
Paylaş