Paylaş
TBMM Başkanlığı’nın, MHP’nin boş oyları sayesinde AKP’ye verilmesinden sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “AKP’ye gönderilmiş bir kurtarıcı melek” olduğuna inanan çok sayıda insan var artık.
Ben böyle düşünmüyorum.
Her siyasi parti, kendi hesabını yapar, kendi politikasını yürütür. O yaptığı hesap sizin beğendiğiniz hesaba uymuyor diye eleştirmek benim kabul edebileceğim bir şey değil.
Ama bu Bahçeli’nin varlığının AKP için önemini ortadan kaldırmıyor.
Bunlardan “en birincisini” dün hatırladım.
Olay, DSP-ANAP–MHP koalisyon hükümeti sırasında yaşandı.
Cem Uzan’ın Türk makamlarından izin almadan Ürdün vatandaşlığına geçtiğinin anlaşılması üzerine, tıpkı Merve Kavakçı olayında olduğu gibi vatandaşlıktan çıkarılması gündeme gelmişti.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının başka devletlerin uyruğunu da taşıyabilmeleri ancak TC makamlarının izni ile mümkün olabiliyor, kanun böyle.
Bunun üzerine Cem Uzan’ın vatandaşlıktan çıkarılması ile ilgili kararname hazırlanmış DSP ve ANAP’lı bakanlar tarafından da imzalanmıştı.
Devlet Bahçeli, o gün nedenini tam olarak bilemediğimiz bir şekilde bu kararnameyi MHP’lilerin imzalamasını engelledi ve Cem Uzan’ın vatandaşlıktan çıkarılması mümkün olmadı.
Cem Uzan da 2002 yılındaki seçime Genç Parti Genel Başkanı olarak girdi, seçimde barajın altında kalmakla birlikte yüzde 7.25 oy aldı.
O seçimde barajı geçen iki parti vardı: AKP (yüzde 34.28) ve CHP (yüzde 19.39).
Geri kalan partilerin tümü baraj altında kaldıkları için de AKP yüzde 34.28 oy ile 363 milletvekili çıkardı, tek başına iktidar oldu.
Barajın altında kalan partilerden Tansu Çiller’in DYP’si yüzde 9.54 oy almıştı.
MHP de yüzde 8.36 ile barajı geçmeye çok yaklaşmıştı.
Cem Uzan, Bahçeli engellemese ve vatandaşlıktan çıkarılmış olsaydı aldığı yüzde 7.25 oy, bu iki partinin de barajı geçmesini sağlayacak, daha dengeli bir Meclis olacak ve AKP tek başına iktidar olamayacaktı.
Yakın tarihten bazı sayfaları çevirince işte bu gerçekle karşılaştım.
‘Türk tipi’ parlamento!
BAŞKANLIK seçimi, bu Meclis’in de kendisinden öncekilerden çok farklı bir tutum takınamayacağını gösterdi.
Anayasa’ya göre parti grupları Meclis Başkanlığı için aday gösteremezler.
Oylama da gizli yapılmak zorundadır, çünkü amaç milletvekillerinin kendi özgür görüşleriyle bir başkan seçmeleri ve böylece yasama organının bağımsız iradesini ortaya koyabilmesidir.
Bu olmadı.
Partilerin liderleri kendi kendilerine birer aday belirlediler.
Hiçbir milletvekili buna itiraz etmedi, “Ben de adayım” diye ortaya çıkmaya cesaret edemedi.
Bununla da kalmadı, milletvekilleri parti liderlerinin işaret ettiği adaylara neredeyse hiç fire vermeden uydular.
Muhtemelen kişisel meseleler nedeniyle birkaç fire oldu ama sayılmaya bile değmeyecek kadar küçük bir sayıda kaldı.
Artık nasıl bir Meclisimiz olduğunu çıplak gözle de görebiliyoruz: Milletvekilleri parmak kaldırıp indirmek için liderlerin gözünün içine bakacaklar, siyasi geleceklerini liderlerin iki dudağının arasına bağlayacaklar.
Yasama organı, parti liderlerinin emrinde bir organa dönüşecek.
Tıpkı bir önceki, iki önceki, beş önceki meclisler gibi!
Bunu “parti disiplini” ile açıklayacaklar ama parti disiplininin meşruiyet kaynağının esasen parti içi demokrasinin varlığı olduğunu milletten saklayacaklar.
Onun için böyle “Türk tipi” bir parlamenter sistemimiz var.
Bu sistem ıslah edilmediği sürece de milli iradeyi temsil eden bir organ olması gereken Meclis, yapması gereken görevlerin hiçbirini doğru dürüst yerine getiremeyecek.
Dur bakalım ne olacak?
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bir koalisyona ortak olmak konusunda gönülsüz olduğu çok açık.
Öne sürdüğü şartları AKP’nin kabul edebilmesi mümkün değil.
Bahçeli, seçim gecesinden beri yaptığı konuşmalarla kendisini bu şartlarla o kadar bağladı ki bundan sonra görüşerek onunla bir yere varabilmek olanaksız.
Koalisyona girmeye en hevesli görünen ise CHP.
Ancak onun önünde de engel olarak yolsuzluk soruşturmaları ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın anayasal sınırlarına çekilmesi ile ilgili talepler var.
AKP–HDP koalisyonu da zor seçeneklerden biri.
Bütün seçim kampanyasını “HDP eşittir PKK” üzerine kuran bir partinin, şimdi gidip HDP ile bir koalisyon kurabilmesi zor.
Bir erken seçim kaçınılmaz görünüyor. Ama siyasi aktörlerin tutumlarının bir erken seçimde daha da sertleşerek, bundan sonrası için de bir koalisyon olasılığını zorlaştıracağı da sır sayılmaz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da olur da kurulursa bir koalisyonun işlemesi önünde “takoz” vazifesi yapacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Atama kararnameleri Beştepe Sarayı’nda takılacak, Cumhurbaşkanı yine “yürütme organının başı” gibi davranmakta ısrar edecek ve koalisyonu işlemez hale getirecek. Bunun üzerine bahse bile girebilirsiniz.
Onun için bana öyle geliyor ki ilk deneme her ne kadar istemediklerini söyleseler de bir AKP azınlık hükümeti olarak karşımıza çıkacak.
Kim bilir, belki de böylesi daha iyi bir çözüm olacak.
Hükümet icraatları üzerinde değilse bile kanunların yapılması konusunda uzlaşı ortamı yaratmak daha kolay, böylece Türkiye yönetilemez bir ülke olmak durumuna da düşmeyecektir.
“Dur bakalım ne olacak” aşamasındayız artık!
Paylaş