KARLI, yağmurlu havalar içimi o kadar daraltmış ki dün otomobilimle işe gelirken yolu uzattım ve Boğaz’ın bir ucundan neredeyse diğer ucuna kadar gittim.
Boğaz’ın bir dere gibi çırpınarak akan lacivert sularına, tepemde pırıl pırıl parlayan güneşe kendimi kaptırmış giderken bir yandan da tabiatta uyanış belirtileri arıyordu gözlerim.
Belki de bir gün önce şöyle bir karıştırdığım "Geceye Övgüler"den kafama takılmış bir cümleydi içimdeki anlamsız neşenin kaynağı.
Novalis şöyle yazmış, Ahmet Cemal’in Türkçesiyle: "Hangi canlı ve hissedebilen varlık, çevresindeki uçsuz bucaksız dünyanın bütün mucizevi görüntüleri arasından en çok her yeri renkleriyle, parıltılarıyla, dalgalanmalarıyla ve dört bir yanı yumuşacık kucaklayışıyla, uyandıran gün olarak neşeye boğan ışığı sevmez?"
Sorunun yanıtı çok açık sanırım. Benim gibi gecenin sessiz karanlığından sınırsız anlamlar çıkarabilen "gece kuşları" bile böyle bir ışık cümbüşüne kayıtsız kalamıyorlar işte?
Sabahın o saatinde okullarında olmaları gerekirken Boğaz’da salına salına gezen lise öğrencisi kız ve erkek çocuklarına bakarken, sırf bu yüzden okulu kırmak için dayanılmaz bir istek duydum. Ama artık kırılabilecek ne okulum var, ne de benle birlikte bu küçük yaramazlığı yapacak bir okul kaçkını.
Mersin’de yaşayan bir arkadaşım hafta başında bahçesinde çiçek açan bir erik ağacının fotoğrafını yolladı e-postayla.
O fotoğrafa bakarken "artık bizim buralara da yaklaşıyor bahar" diye düşünmüştüm.
Dün sahilde içlerinde bahar çiçekleri açtığı pek belli olan o çocukları izlerken "tamam" dedim, "bahar geldi".
Artık kiraz mevsimi de yaklaşıyor demektir bu.
Sait Faik’in dediği gibi: "Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem, / Nasıl etsem nasıl yapsam da / Meydanlarda bağırsam / Sokak başlarında sazımı çalsam / Anlatsam şu kiraz mevsiminin / Para kazanmak mevsimi değil / Sevişme vakti olduğunu..."
Değişimci muhafazakárlık!
BOĞAZİÇİ Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Hakan Yılmaz tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçları dün açıklandı. Açık Toplum Enstitüsü ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından desteklenen araştırma "Türkiye’de muhafazakárlık" anlayışının günümüzdeki durumunu tespit etmeyi amaçlıyor.
Araştırma sonuçlarını okuyunca ortaya çıkıyor ki Türkiye’de muhafazakár değerler üzerinden siyaset yapmaya çalışanlar, tutum ve söylemlerini yeniden gözden geçirmeliler.
Türkiye’de siyasal görüşlerinde kendini "muhafazakár" bulmayanların oranı yüzde 24. Kendisini "tamamen muhafazakár" olarak tanımlayanlar ise yüzde 30. Özel yaşam değerleri söz konusu olduğunda bu oranlar biraz değişiyor. Tutucu olmadıklarını söyleyenler yüzde 21, tutucu olanlar yüzde 35.
Muhafaza edilmesi gereken en önemli siyasal değer sorulduğunda yanıtların başında yüzde 41.6 ile "eşitlik" geliyor, bunu yüzde 37.4 ile özgürlük takip ediyor. Bir tür "Fransız Devrimi" tutuculuğu ile karşı karşıyayız sanki.
Ama bence en ilginç sonuç "muhafazakár" insanlarımızın "değişim talepleri" ile ilgili.
Hayatımız tamamen değişmeli diyenler yüzde 29.1, büyük bölümü değişmeli diyenler yüzde 33.9. Hayatımız olduğu gibi sürmeli diyenlerin oranı sadece yüzde 14.8.
Ekonomik düzenimizin değişmesini isteyenler yüzde 47.3. Devlet ve sosyal yapının değişmesinden yana olanlar ise sırasıyla yüzde 13.7 ve 13.6.
Değişimin hızlı olmasını isteyenler yüzde 37, yavaş olmasını isteyenler ise yüzde 44.
Bu araştırma gösteriyor ki Türkiye insanı "değişimden yana bir muhafazakárlık" çizgisinde.
Bunun nasıl bir muhafazakárlık olduğunu açıklamak da artık toplum bilimcilerin görevi.
Mizah değil, aynen vaki
DÜN gazetelerde okuduğum en ilginç haberlerden biri Star’da yayımlandı. Nevşehir Vali Yardımcısı Ömer Faruk Ateş’in evi bir ay içinde iki kez soyulmuş! Soygunlardan on beş gün öncesine kadar, emniyetten sorumlu olan Vali Yardımcısı Ateş, tayinini istemiş.
Dilekçesinde, "Ailemle birlikte can güvenliğimden endişe duyuyorum. Emniyet can güvenliğimizi sağlayamıyor. Başka bir ile tayin olmak istiyorum" diyen Vali Yardımcısı’nın dilekçesini Vali Alaattin Turhan işleme koymamış.
Soygunlar yapıldığı sırada Vali Yardımcısı kamu görevlileri için yapılmış lojmanlarda oturuyormuş!
Tam da bazı yabancı gazetelerdeki "Dünyadan Komik Haberler Köşesi" için yazılmış bir haber sanki.
Ama içinde yaşayanlar için hiç de komik olmamalı.
Vali Yardımcısı’nın lojmandaki evinin başına bunlar gelebiliyorsa, sade vatandaşların neler çektiğini de artık İçişleri Bakanı düşünsün!