Paylaş
Birisini içeri atmak istiyorsanız, “gizli örgüt üyeliği” ile suçlarsınız ve işini bitirirsiniz!
Çoğu zaman örgüt o kadar gizlidir ki, örgüt üyeliği ile suçlananların bile bu örgütün varlığından haberdar olmamaları normaldir.
Mahkemelerin bu konuda hiç titiz olmadıklarını savcılar bizden iyi bilirler çünkü.
Geçenlerde yazmıştım, birbiriyle tek ortak yönleri sadece Ankara’da Kurtuluş Parkı civarında dolaşmak olan beş genç, “gizli örgüt üyeliğinden” tutuklu yargılanacaklar.
Bu gençler şayet üyesi oldukları iddia edilen örgütlere üye iseler yargılanmaları değil, ağır şizofreni nedeniyle hastaneyle yatırılıp tedavileri gerekiyor!
Odatv yöneticilerine yönelik soruşturma ve tutuklama da bu tür bir şeydir diye düşünüyorum.
Odatv yöneticilerinin sorgulanmasından gazete haberlerine yansıyan kısımlara bakarsak, doğrudan mesleki faaliyetleri ile ilgili sorular da sorulmuş.
Teğmen’in cep telefonuna “sehven kopyalanan” terör örgütü mensuplarının telefon numaraları ile ilgili haber bunlardan biri. “Neden yayımladın” diye soruyorlar ve sonra bu sorgulamanın bir terör örgütü bağlantısı nedeniyle olduğuna inanmamızı bekliyorlar!
Gazeteci Nedim Şener’in kitabının bir kopyasının neden bilgisayarlarına kayıtlı olduğu da bir başka soru. Normal olarak bunu sorana verilecek yanıt “Sana ne kardeşim” olur ama soruyu soran savcı olunca iş değişiyor tabii. Elbette sorgunun tümüne ve savcılığın elinde gizli örgüt bağlantısı kuşkusunu destekleyecek ne tür deliller olduğuna tam olarak vâkıf değiliz.
İddianame ortaya çıkıp yargılama başlayınca göreceğiz.
Ama bugünkü görünümü, bana Soner Yalçın ve arkadaşlarının da Hanefi Avcı türünden bir “gizli örgüt üyesi” olduklarını düşündürtüyor!
Atatürk’ü yok saymadan rahat edemiyorlar
İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi Kadın Koordinasyon Merkezi 2011 yılı ajandası yayımladı.Ajandanın hemen başında kadın haklarının 200 yıllık gelişimini anlatan bir kronoloji de var.
Kronolojiyi inceleyince şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:
Altı sayfalık kronolojinin dört sayfası 159 yılda gerçekleşen kazanımlara ayrılmış, iki sayfası ise AKP’nin sekiz yıllık iktidarı dönemine!
Biliyorsunuz, devlet ve belediye bütçelerinden parti propagandasına çok meraklı bu arkadaşlar, yine aynı alışkanlık devam ediyor.
Kronolojinin bir diğer özelliği, AKP öncesi Cumhuriyet dönemine ilişkin hak ve kazanımların görülmemesi! Ajandada, 1920’li yıllar sadece “Darülfünun’da karma öğretime geçilmesi” ve “ilk kez öğrencinin tıp fakültesine kayıt yaptırmasıyla” anılıyor. 1923’te Cumhuriyet ilan edilmesiyle birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasalar ve devrimler, 1924’te kız ve erkeklerin eşit haklarla eğitim görmeye başlaması, 1926’da Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesiyle kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanınması gibi bilgiler yer almıyor. Daha da önemlisi, kadınlara 1930’da belediye seçimlerinde, 1934’te ise ilk kez seçme ve seçilme hakkının tanınması gibi önemli bilgiler de yer almıyor. Ancak ajandanın içeriğinde 5 Aralık sayfasının altına bu hakla ilgili bilgi, minik bir not olarak eklenmiş.
Zaten ajandaya hâkim olan şey bu. Cumhuriyet devrimlerinin kazandırdıkları sayfaların altında minicik karınca duası gibi yazılmış, kimse okuyamasın diye olsa gerek.
Bu ajanda, bu beylerin cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığının bir örneği daha sadece!
Merak ettiğim konu da şu: Bu ajandayı kime hazırlattılar, kaç para ödediler?
Prof. Çeker bu ülkede yalnız değil
KONYA Cumhuriyet Başsavcılığı, İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker için inceleme başlatmış! Neyi inceleyecekler gerçekten çok merak ettim.
Bu ülke “ileri demokrasi ülkesi” değil mi? İnsanları söylediği sözler ya da inançları nedeniyle yargılamak mümkün mü?
Prof. Dr. Çeker, “inandığı” bir şeyi söylüyor. “Eğer kadın açık saçık giyinir ve tecavüze uğrarsa, boşuna ağlayıp, şikâyet etmesin, o da suça ortaktır” diyor.
İnternet sitelerine yazdığı yazılardan anlıyoruz ki bir kadını “açık saçık giyinmiş” olarak nitelemesi için “avret yerlerinin örtülmemesini” de yeterli buluyor! Yani yüzü ve ayakları dışında her yeri bol giysilerle kapalı olmalı vs.
Yine aynı siteye yazdığı yazıdan anlıyoruz ki parfüm sürmüş olursa, bu da dışarıdaki erkeklere bir tür davet sayılıyor!
Prof. Dr. Çeker’in bu konuda yalnız olmadığını da biliyoruz.
Çünkü kendisini Müslüman olarak tanımlayanların bir bölümü böyle düşünüyor, buna inanıyor.
Hatta bence Başbakan bile buna inanıyor! Kendi inancına göre “örtünmeyen” kadınlara her türlü sözü söyleme hakkını kendisinde görüyor.
Canan Arıtman’a yönelik hakaretini geri almadığı ve özür dilemediği gibi dün yaptığı konuşmada bir kez daha tekrarladı.
Bu akşam evine gidince aynı sözün kendi tanıdığı kadınlar için söylendiğini bir düşünsün. Böyle bir şeyle karşılaşsa tepkisi ne olurdu bir düşünsün, önerimi tekrarlıyorum! Bazılarımız için onlar da “tornadan çıkmışa” benzemiyorlar mı?
Paylaş