Paylaş
Başında “Kuvvacı” kalpağı, elinde asasıyla ayakta ileriye doğru bakan bir Atatürk heykeli.
Heykeli yaptırıp, bu parka diktiren kişi Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev.
Nazarbayev, kendisini “Atatürkçü” olarak tanımlayan bir lider. (Altay Dağları bu ülkede, Ergenekon da. Sakın?)
Başkentin Almati’den Astana’ya taşınmasında bu özelliğinin de rolü olduğu söyleniyor, belki de doğrudur. Ama başkentin Astana’ya taşınmasının önemli nedeninin Kazakistan’ın kuzeyindeki nüfus yapısı ile ilgili olduğu da bir başka gerçek. (Astana ile ilgili bir fıkra: Alma Atalı bir adam, Astanalı birisine sormuş: “Neden bu kadar beyazsın, hiç mi güneş görmedin?” Astanalı yanıtlamış: “O gün hastaydım, evden çıkamadım!”)
Sovyetler Birliği döneminde, Stalinci “milletler politikasının” altüst ettiği ülkelerden birisi de Kazakistan. Kazakistan’ın nüfusu bugün 15 milyon civarında. Bunun ancak on milyonu Kazak. Ülke dışında da zorunlu yerleştirme politikaları nedeniyle 5 milyon civarında Kazak yaşıyor ve Kazakistan, tıpkı İsrail gibi bu insanların kendi vatanlarına dönmeleri için ciddi teşvikler uyguluyor.
Turgut Özal ile başlayıp, Süleyman Demirel ile devam eden dönemde Türkiye, bu ülkeye özel bir önem veriyordu.
Bugün bu ülkede önemli bir Türk etkisi ve faaliyeti varsa bunu sağlayan şey o dönemin politikaları oldu.
Şu andaki genel görünüm bende Orta Asya ülkelerinin Türkiye tarafından ihmal edildiği izlenimini uyandırıyor.
Bu topraklarla önemli bağlarımız var ve bir gözümüzle bu topraklara bakmaya devam etmemizde bizler açısından da, Orta Asyalı kardeşlerimiz açısından da yarar var.
Kanca cıl boldu?
SOVYETLER Birliği’nden bağımsızlıklarını kazandıkları 1992’den beri Orta Asya ülkelerine çok geldim. Önce gezi amaçlı, sonra da bir yayınevinin kurucu ortağı olduğum yıllarda iş amaçlı.
Her seferinde bu muhteşem doğanın ve tarihin yeterince farkında olmadığımızı düşünürüm.
Semerkand’ı, Buhara’yı, Taşkent’i, Alma Ata ve Bişkek’i görmeyi aklından bile geçirmeyen insanlarımız, “keşfedilecek yerleri” Batı’da aramaya eğilimli.
Oysa Orta Asya “el değmemiş yönleriyle” muazzam bir macera ve keşif olanağı sunuyor.
Altay Dağları’nda yürümek, kristal sulara sahip göllerde serinlemek, bir kaya oyuğundan fışkıran buz gibi suyu içmek böyle bir deneyim.
Aral yakınlarındaki Yangıkent’in kalıntıları arasında dolaşıp, Oğuzların bu antik başkentinin havasını teneffüs etmek ilginç değil mi?
Üstelik bir süre kulak verdiğinizde yepyeni lisanları anlayabileceğinizi de görebilirsiniz.
“Kanca cıl boldu”nun “kaç yıl oldu” anlamına geldiğini beşinci altıncı dinleyişinizde fark etmek, TDK uydurması değil, gerçek öz Türkçenin yaşadığına tanıklık etmek duygusunu yaşamanızı isterim.
Orta Asya stepleri, dağları, gölleri, nehirleriyle orada duruyor. Bugüne kadar görmediyseniz, ne zaman göreceksiniz?
Yeni bir ‘fırsat penceresi’
KAZAKİSTAN ’a gelmemin nedeni mütevelli heyet üyesi olduğum Okan Üniversitesi’nin bu ülkedeki zeki gençler için vereceği bursların tanıtımı toplantısıydı.
Astana ve Alma Ata’da iki ayrı toplantı yapıldı.
Milli Eğitim Bakanı Canseyit Tuimbayev ile bu toplantılar vesilesiyle tanıştım.
Canseyit Bey, 18 kitap yayımlamış, bir akademisyen ve akıcı bir Türkçe de konuşuyor.
Kazakistan’ın bütün eğitimi ona bağlı. Okullar, üniversiteler, bilimsel araştırma kurumları ve araştırma enstitüleri de dahil olmak üzere. Milli gelirin yüzde 4’ü eğitime ayrılıyor ve Kazakistan devleti her yıl 3 bin öğrenciye yurtdışında üniversite okuma olanağı sağlıyor.
Eğitimsiz insan yok denecek düzeyde. Zorunlu eğitim 3-6 yaşlarında anaokulundan başlıyor.
Canseyit Bey, Kazakların çocuklarının okumalarına verdiği önemi anlatırken şöyle söylüyor: “Herkes çalışır para biriktirir, önce çocuklar okutulur, arabaya, eve sıra sonra gelir.”
YÖK bu yıl, Türk üniversitelerinin yabancı öğrencileri sınavsız olarak alabilmelerine olanak veren bir düzenleme yaptı.
YÖK’ün son yıllarda aldığı en önemli kararlardan biri olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’deki üniversitelerde okuyan yabancı çocukların, gelecekte bu ülkeler ile Türkiye ilişkilerinde oynayabilecekleri olumlu rolü tahmin etmek zor değil.
Okan Üniversitesi de bu çerçevede hem yetenekli ama maddi olanakları yetersiz öğrencilere burs verecek hem de çok sayıda yabancı öğrenciyi Türkiye’ye çekecek bir program uygulayacak.
Eğitimin önemli bölümünün İngilizce olması burada kilit faktör. ABD ve İngiliz üniversitelerinin bu yolla ne kadar büyük gelirler elde ettiğini biliyoruz. Hollanda ve Avustralya hükümetleri de bu pastadan pay almak için üniversitelerini teşvik ediyor.
Benzeri bir teşvik ve tanıtım programının Türkiye’de de uygulanması, Türkiye için önemli bir gelir kaynağı olabilir.
Paylaş