GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, dün bir "bilgilendirme toplantısı" yaptı.
Güncel konularla ilgili olarak merak edilenlere açıklık getirdi, Türk dış politikasıyla ilgili görüşlerini belirtti. Orgeneral Başbuğ’un konuşması ile ilgili yorumları dün gün boyunca televizyonlardan izledim.
Açık kaldığını düşündüğüm bir konuya da ben değinmek istiyorum.
Bir soru ile başlayayım: Demokratik bir ülkede, en üst düzey komutanların gazetecileri toplayıp, günlük olayları değerlendirmesi rastlanan ve normal karşılanan bir durum mudur?
Yanıt çok açık: Hayır, böyle bir durum olağan sayılmaz.
Son günlerde ikinci derecede bir askeri bölgede ortaya çıkan silahlar ile ilgili olarak elbette TSK’nın bir açıklama yapması gerekiyordu. Ama bunu yapması gereken ordunun en yüksek komutanı değil, basına açıklama yapmak için özel olarak yetiştirilmiş daha alt düzeyde bir subay olmalıydı. Onun dışındaki konular ise askerin kamuoyuna görüşlerini açıklayabileceği konular değildi. Suriye-Türkiye sınır tatbikatı ile ilgili olarak İsrail’in tavrına yanıt vermek de, Ermenistan ile ilgili konular da bu kapsamda değerlendirilmeli.
Askerin bunu anayasal çerçevede konuşabileceği yer Milli Güvenlik Kurulu’dur.
Bu konudaki görüşlerini o zeminde dile getirir, gerekli uyarıları o zeminde yapar.
Demokratik bir ülkede kurumların şeffaflığı önemlidir.
Ancak "şeffaflık", her konuda görüş açıklamak anlamına da gelmemelidir.
Genelkurmay Başkanı’nın, demokratik rejim üzerinde asker vesayeti görüntüsünden hoşlanmadığını, TSK’nın demokrasiye bağlılığından kuşku duyulmamasının bilinmesini istediğini biliyoruz.
Bu imajı yaratan önemli hususlardan biri de askerin her konuya müdahilmiş gibi görünmesidir, hatırlatmak isterim.
Taksim güvenli değilse, polis ne yapıyor?
ÇALIŞMA ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik güvenliği sağlamanın zorluğu nedeniyle Taksim’de kitlesel 1 Mayıs kutlamasının "çok riskli" olduğunu söyledi.
Çelik’in görüşüne göre Taksim provokasyona açık ve hangi köşedeki hangi odada kim bomba saklıyor, bilebilmek de imkánsız.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da "Taksim, miting alanı değildir" diyor.
Taksim Meydanı’nda miting yapılması yasaklandığından beri kaç tane "açık hava toplantısı" yapıldığını hatırlamak zor değil.
Milli Takım’ın Kore dönüşünde neredeyse bütün şehir oradaydı. Kaç yılbaşı orada konserler verildi, kalabalıklar bir araya geldi.
Kim bilir kaç kez futbol galibiyetleri bu meydanda kutlandı.
Üstelik bu toplantıların çoğunda güvenliği sağlayacak bir "organizasyon komitesi" de yoktu. Ve şimdi, ülkede herkesin güven içinde yaşamasını sağlamakla görevli hükümetin başı ve bir üyesi ülkenin bir kentinde, bir meydanın güvenli olmadığını ilan ediyor!
Çelik’in sözleri doğruyu yansıtıyorsa, her gün Taksim Meydanı’ndan geçerek evine, işine gidenlerin, İstiklal’e çıkanların, parkta gezenlerin de "risk altında olduklarını" varsaymamız gerekmiyor mu?
Eğer böyle ise bu kentteki polis müdürü, istihbarat görevlileri ne iş yapıyorlar?
Taksim’i 1 Mayıs kutlamalarına kapatmak, 12 Eylül mirasından bir türlü vazgeçemeyenlerin işidir.
Gerisi, durumu kurtarmak için uydurulmuş palavralardan ibarettir!
Küçük olsun da benim olsun!
YEREL seçim yenilgisinden sonra istifa ettiğini açıklayan DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’in yapılacak kongrede "ricaları kıramayarak" yeniden aday olacağı ileri sürülüyor. Şu anda bilebilmem zor, o gün gelince öğreneceğiz sanırım.
Bu konuyla ilgili tartışmaları gazetelerde okumuş olmalısınız. Yerel seçimlerde daha önce DYP ve MHP’den adaylığını koymuş bir kişinin aday gösterilmesine itiraz edilmesiyle başlayan tartışmalar sonucunda milletvekili Ahmet Tan partiden ihraç edildi. Bu ihracın, partinin kongresinde olası bir adaylığı engelleme amacına yönelik olduğu iddiaları da var.
Tartışma olanca hızıyla "koltuk" üzerinde sürüyor. Bizim siyaset düzenimiz için çok yadırganacak bir şey değil.
Asıl konuşulması gereken şey bir kere daha unutuluyor: Bu partinin ideolojik duruşu nedir? Nasıl bir programı olacak ki kendine oy verecek bir taban bulabilsin? Bu yeni programı halka inandırıcı bir şekilde sunabilecek kadrolar kimlerden oluşacak?
DSP delegeleri, kongrede kime oy vereceklerinden önce bu konuyu düşünüp tartışmalılar.
Aksi takdirde elbette bir partileri olacak ama çok küçük bir parti!
"Küçük olsun, benim olsun" düsturu, bir tekne için geçerli olabilir belki ama bir siyasi parti için asla!