“UNUTTUN mu beni” diye başlıyor, Sezen, benim canımın şarkısı, “her şeyimi”! “Sildin mi bütün izlerimi” diye de devam ediyor.
“O sahil, o ev, o ada, o kırlangıç da mı küs bana!” İzlerim silinmiş, nasıl silinmesin ki! Ne fırtınalar geçti, ne dalgalar, rüzgârlar. 3 Kasım’da kapattığım deniz mevsimimi, 3 Mayıs’ta açtım. Genellikle olduğu gibi, Mustafa, Cem, Kanat ve denizlerin en derini! 5 aydır özlemle beklediğim Ege’ye kavuştum, dilimizde o malum şarkı: “Unuttun mu beni?” Deniz unutmuş görünüyor, martılar asla! Gümüşlük’ten palamarı çözüp ayrıldık, belki iki saat açıklara doğru gittik, peşimi bırakmadı. Yanında bir minik martı daha vardı. Belli ki bir yavrusu olmuş, bembeyaz, hiçbir tasarımcının yaratamayacağı kadar mükemmel bir mekik, iki yanına kanatlar takılmış. Bu kadro bir araya geldiğinde konunun bir tür “pulp fiction” eserine dönüşmemesi mümkün değildir. Şarkıyı dinlerken tartışma konumuz şuydu: Aşk şiirleri ya da aşk şarkıları belirli bir insan için mi yazılmıştır? Yanıtım belli: Hayır, böyle bir şey olmaz. Belirli bir insan için bir şiir, bir şarkı elbette yazılabilir ama unutmayalım ki belirli tek bir insana öyle hisler duyuyorsak ve akıllı insanlarsak, hayatın manasına vâkıf olmuşsak, yapacağımız şey şiir yazmak, şarkı söylemek değil, kapısının önünde yatmak, ayaklarının altında paspas olmaya razı olmaktır. Aşk şiirleri ve aşk şarkıları geride bıraktığımız bütün aşklarımız için yazılır, söylenir. Her birinden bir iz kalır, kafaya çakılmış bir çivi gibi! Paslı da olsa, kromajları pırıl pırıl parlasa da bir çividir, çıkmaz, zaten çıkarmak da istemezsin. Rüzgârı seversin, hele meltemi! Çünkü değişik kokular getirir burnuna. Her koku geçmişteki güzel, özlemle anılan günlerden bir an taşır. Denizi seversin, çünkü derindir, bilirsin ki içine girdiğinde bir kum tanesinden daha fazla bir büyüklük ifade etmezsin onun için. Ama böyle olsa da seni sarmalar, bir fetüsün anne karnında yüzdüğü sıvının içindeymişsin gibi seni korur, besler. Dalgayı daha çok seversin ama. Hayatın anlamı dalgadadır. İner, çıkar. Yükselir, alçalır. İter, çeker. Hayat dalgalıdır. Bu yüzden uçakta türbülansı da severim, o da gökyüzünün dalgasıdır. Gücü hissedersin onlarla karşılaştığında. Öyle bir güç ki, altındaki makine ne olursa olsun, ona ne kadar güvenirsen güven, kararı o verir. Aşk öyle bir şeydir, kararı o verir, ne sen, ne de bir başkası. Aşk şiirleri ve şarkıları bunun için yazılır. Geride kalmış güzel anlar için. Bir insan denizde iz bırakamaz, yüzmeyi bilmeyen, çırpınarak suyun üzerinde kalan insanların çıkardığı köpükler hariç tabii. Ama onların da ömrü bilemedin, 10 saniyedir. Bizim küçük tekneler bir yana, dev tankerlerin bıraktığı izler bile bilemedin yarım saatte yok olur. Acımasızdır! Hafızası yoktur. Hafızası olmadığı için de deniz kimsenin olamaz, o kendisinindir. Kim bilir belki de bu bencilliği yüzünden ondan bir türlü kopamıyorum. Neyse, lafı uzatmayayım, aşk şiirleri ve aşk şarkıları, geçmiş aşklardan kalan izlerin eseridir. Aşk dediğinin ne olduğunu da Bedri Rahmi’ye bir köylü söylemiş zaten: “Seversin, kavuşamazsan aşk olur!” Onun için aşk şiirlerinde de, aşk şarkılarında da hüzün vardır. Dinlediniz mi bilmiyorum, Aylin Aslım’ın yeni bir şarkısı var: İki zavallı kuş! Teoman ile düet yapıyor bu şarkıda. “Sonumuz böyle olmayabilirdi / Kör olmasaydık eğer / Senle ben çok güzel bir resimdik / Âşık oldu görenler” diye başlıyor, sonrasında karşılıklı konuşuyor bir erkek ile bir kadın. Şarkının videosunu youtube’da bulabilirsiniz. Aylin Aslım, olanca beyazlığı ile şeffaf bir deniz canlısı gibi. Soğuk, mesafeli. Alfred Hitchcock’u rahmetle anmama neden olan bir görüntü, soğuk sarışınlara ölürdü! Gwyneth Paltrow’u kim seçtiyse “dünyanın en güzel kadını” seçmişler, gazetede haberi vardı bu hafta. Ben de bayılırım elbette, “soğuk sarışın” deyince akan sular durur. Aylin Aslım bu videoda öyle bir görüntü içinde ki düette Teoman değil, Sean Penn olmalıydı. Yine sözü uzattım, kusura bakmayın, sadede geliyorum, Aylin’in yeni şarkısında da değerini bilmedikleri bir aşka veda etmiş iki insan karşılıklı konuşuyor. Evet, ana fikir budur: Aşkının değerini bilmezsen o ya bir şiir olur ya da bir şarkı. Söyler durursun, her satırında, her notasında geçmiş bir aşkı anarsın. Burnunun direği sızlar, gözlerin teknenin arkasındaki köpüklere takılır, tepende bir martı dönüp dururken, elinde bir shot votka mırıldanırsın: “Unuttun mu beni, her şeyimi?”