Paylaş
İlginç bir yargılama süreci işledi. Sanıkların beraatını isteyen savcının yetkileri alındı ve başka adliyeye tayin edildi. Yeni savcı sanıkların “örgüt üyesi oldukları” iddiasıyla cezalandırılmalarını istedi ve mahkeme heyeti de bunu uygun buldu.
Örgüt üyeliğinin kanıtı ise sanıkların, daha önce bazı eylemlere katıldıklarının tespit edilmiş olması!
Nasıl bir örgütsel ilişki var, örgüt içi hiyerarşideki yerleri nedir gibi soruların yanıtları aranmadı. Bu bir gizli örgüt eylemi ise emri kim verdi, o kişi nerede gibi soruların da yanıtları yok tabii.
Ceza “kanaat” ile verildi ve bir kez daha ceza yargılamasındaki önemli bir ilke ihmal edildi, “şüphe sanık lehine değerlendirilmedi”.
Böylece ileri demokrasi ülkesinde, demokratik bir talebi kimsenin burnunu bile kanatmadan, pankart açarak dile getirmeye çalışan gençler hak ettikleri cezayı da almış oluyorlar.
Bu onlara ve hepimize bir ders olsun, karar Türk adalet tarihine altın harflerle yazılsın!
Bu rejimden sadece diktatörlük çıkar
YENİ Anayasa ile ilgili çalışmalar başladığında AKP sözcüleri, “Başkanlık o da olmaz ise yarı başkanlık sisteminin tartışılması gerektiğini” söylüyorlardı. Gerekçeleri de parlamenter sistemin yürümediği ve güçler ayrılığı ilkesinin bozulduğu idi.
Zaman yaklaştıkça ağızlarındaki baklayı daha rahat çıkarmaya başladılar. Önce “Başkanın başbakanı atayacağı ve her türlü atamada tek yetkili olabileceği” bir sistem ortaya çıktı. Onun yanında “belki başkan atamalarını yaparken ilgili bakan da sürece katılabilir” sistemi piyasaya sürüldü.
Son noktayı da Başbakan televizyon programında ortaya koydu: “Cumhurbaşkanının partisiyle de ilişkisi kesilmesin!”
E hani, parlamenter sistem “güçler ayrılığı” konusunu çözemiyordu da Başkanlık sistemine bunun için geçecektik?
Zaten biliyorduk ama böylece artık saklanıp, gizlenemez hale geldi:
Dertleri sistem meselesi filan değil, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek yetkili” olarak devletin başına geçmesi!
Biz de saf saf soruyorduk: Başkanın yetkileri ne olacak, siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu nasıl değişecek, yargıçlar, savcılar nasıl belirlenecek diye!
Hayalini kurdukları öyle bir düzenden ne güçler ayrılığı çıkar, ne de demokratik bir rejim!
Başbakan’ın demokrasi anlayışı da malum. Bu düzenden ve bu aktörlerden çıkabilecek tek şey bir tek adam diktatörlüğüdür, otoriter bir yönetimdir.
Milletvekillerini partisiyle ilişkisi kesilmeyen başkan seçecek, başbakanı, bakanları başkan seçecek, yüksek memurları, yargıçları, savcıları başkan atayacak ve bunun adına da demokratik rejim denilecek!
Çocuk mu kandırıyorsunuz diyeceğim ama sanırım halkın çoğunluğunu da kandırmayı başaracaklarına inanıyorlar ve başarılı olma olasılıkları da hiç az değil.
Dini eğitimle bilim gelişmez
EĞİTİM sistemini bir gecede değiştiren “reformun” çocuklarımıza daha iyi bir eğitim sağlayacağı iddia ediliyordu ki Milli Eğitim Bakanlığı işin gerçeğini açıkladı: Düzenleme sadece imam hatiplerin orta kısımlarını açmak için yapılmış.
Yabancı dilde eğitim veren resmi, özel, yerli, yabancı okulların orta kısımları açılmayacak ama “illerdeki taleplere göre imam hatiplerin ortaokul bölümleri açılacak”!
Yakın bir gelecekte “illerde talep var” denilerek normal eğitim veren okulların da imam hatiplere dönüştürüleceğini göreceğiz. Çünkü bu arkadaşların dertleri eğitim sistemini düzeltmek değil, dini eğitimi yaygınlaştırmak!
“Çocuklar dinlerini iyi öğrensinler” diye yola çıktılar, sistemin tümünü dini eğitime çevirecekler.
İnananların dinlerini iyice öğrenmelerini sağlamak elbette önemlidir, hurafelerle bezenmiş bir din eğitimi daha zararlıdır çünkü.
Ama işin doğrusunu isterseniz, bizim imam hatip eğitimi de o kadar başarılı değilmiş. Kürtaj tartışması sırasında gördük ki imam hatip mezunu Başbakan bile “ruhun cenine ne zaman üflendiği” ile ilgili hadisleri bilmiyor!
Ve şu gerçek hiç konuşulamıyor: Bilim, dini bir eğitim sistemi içinde öğretilemez, geliştirilemez.
Bilimin gelişmesi, ancak ve ancak eğitim düzeninin laikleşip, kiliseden bağımsızlaşmasıyla mümkün olabildi.
Paylaş