Paylaş
Çünkü biliyorsunuz çok uzun bir süreden beri Başbakan’ın hem iç hem de dış politikadaki en önemli adamı MİT Müsteşarı’dır.
Onsuz neredeyse adım atmıyor.
Bu köşede “Başkanlık sistemini getirebilirse kendisine ‘devlet sekreteri’ olarak seçeceği kişi kesinlikle Hakan Fidan olur” diye de yazmıştım.
Dün gazeteleri okurken haberdar oldum ki Başbakan İran’da da Hakan Fidan’sız yapamamış.
Resmi heyette olmayan Fidan bir özel uçakla Tahran’a gitmiş, Başbakan’a orada katılmış.
Orada resmi temaslar sırasında toplantılara katılıp katılmadığı ile ilgili bir bilgi yok ama belli ki Başbakan, herkesten daha çok Hakan Fidan’a güveniyor.
Demokratik ülkelerde çok rastlanan bir durum sayılmaz bu.
İstihbarat örgütlerinin başındaki kişiler elbette önemli adamlardır ama politikaların oluşturulması süreçlerine bu kadar aktif olarak katılmalarına sadece bizim Ortadoğu’daki eski Baas rejimlerinde ve az gelişmiş diktatörlüklerde rastlanır.
Bu duruma iki yıl önce de dikkat çekmiş ve “Acaba şimdi bu iş Ortadoğu geleneklerine uygun, üzerine Sünni İslam sosu dökülmüş, sekülerizminden arındırılmış bir tür Baasçılığa doğru mu gidiyor” diye sormuştum.
Gelişmeler sorumun haklılığını ortaya koyuyor.
MİT şu anda kimsenin dokunamayacağı, hukukun işleyemeyeceği bir örgüt haline getirildi ve Başbakan’ın şahsi koruması altında TIR işletiyor, örtülü operasyonlar yapmaya çalışıyor.
Roboski soruşturmasının kapatılmasının en önemli nedeni de bu.
Uçakların Genelkurmay Başkanı’nın emriyle havalanmasının nedeni, bombalarla öldürülen vatandaşların arasına PKK liderlerinin karıştığı istihbaratının verilmiş olmasıydı ve bu istihbaratın kaynağı da MİT idi.
Soruşturmanın “kaçınılmaz hata” diye kapatılmasının sebebi de budur zaten.
Başbakan kendi hayalindeki otoriter yönetime doğru doludizgin ilerliyor.
Bakanlarının, yakınlarının yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda suçüstü yakalanmasını bile bu amacına ulaşmak için kullanmaya çalışıyor. Yargı gücünü kendisine bağlamanın peşinde.
Başbakan’ın en yakınının istihbarat örgütünün başı olduğu demokrasi dışı bir rejime doğru sürükleniyoruz.
Arınç yine ateş hattında!
BUGÜNE kadar Başbakan’ın sözlerini düzeltmeye çalışanların başına nelerin geldiğini biliyoruz.
“Yok, öyle değil böyle demek istedi” diye söze başlayan herkes, Başbakan’dan sıkı bir azar işitti ve susup oturmak zorunda kaldı.
Bu konuda birincilik de kuşkusuz ki Bülent Arınç’ındır.
Ben saymadım kaç kere oldu diye ama artık biliyoruz ki ne zaman Bülent Arınç, Başbakan’ın söylediği sözlere bir balans ayarı yapmaya çalışsa sonu iyi olmuyor.
Dün baktım bu kez Başbakan’ın, TÜSİAD Başkanı’nın konuşmasını “hainlik” olarak nitelemesine bir denge getirmeye çalışmış.
Başbakan’ın hain dediği TÜSİAD Başkanı için şunları söylüyor: “Muharrem Bey’in bu sözlerini kenara koyarsak o vatanperver biridir. Onun üzüldüğünü bildiğim için ben de buna üzülüyorum.”
Bununla da kalmamış, Başbakan’ın diline doladığı “ananas” meselesine de girmiş.
Uganda ve ananası “dile dolamamak gerektiğini” söylemiş ve eklemiş: “İşadamlarının yurtdışında yatırım yapması konusunda bu telefon konuşmasında bazı isimler geçiyorsa onları da ayıplamamak lazım. Orada iş olacaksa ve o işi de Türkiye’den birinin alması lazımsa birinin aracılık yapması çirkin değil. Ah bir ananas olsa da birlikte yesek!”
Tabii şu anda Başbakan’ın derdi başından aşkın. Bir yandan yolsuzluk soruşturmaları, diğer yandan ortalığa saçılan ilginç telefon konuşmaları arasında bir fırsat bulup eski günlerine döner mi, bilemeyiz.
Ama dönerse Arınç’a bir “çark” daha görünüyor gibi!
Yanlış anlıyorsanız kabahat sizdedir!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçenlerde partisinin toplantısında, İngiltere’de Başbakan Cameron’un gazete kapattığını söyledi.
Birleşik Krallık’ın Ankara Büyükelçiliği hemen açıklamayı dayadı:
“Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerinden dolayı şaşırdık. Bu sözlerin bir yanlış anlamadan kaynaklandığını düşünüyoruz. Çünkü İngiltere Başbakanı Cameron hiçbir gazeteyi kapatmadı.”
Başbakan Erdoğan’ın, İngiltere gibi bir demokraside başbakanların gazete kapatamayacağını bilmiyor olması mümkün müdür?
Kuşkusuz ki mümkün değildir, bizler gibi o da biliyordur.
Ama böyle bir şeyi rahatça söyleyebiliyor. Bir tek nedeni var: “Halk anlamaz, dinler geçer, söylediklerimin azı bile akıllarında kalsa ben işimi yürütürüm” diye düşünür.
Bir de atasözü var tabii, “Çok laf yalansız olmaz” diye, o kadar çok konuşunca araya böyle fanteziler sıkıştırmak kaçınılmaz oluyor sanırım.
Ama en komiği İngilizlerin açıklamasından sonra Başbakanlık Basın Müşavirliği’nin açıklamasıydı.
Şöyle deniliyordu: “Sayın Başbakanımızın Cameron’un adını da zikretmiş olduğu cümlenin ‘Cameron’un ülkesinde onlar hemen gazetelerini kapattı’ biçiminde anlaşılması gerekir.”
Bu cümlenin günümüz Türkçesine çevrilmesi şöyle olmalı: Yanlış anladıysanız kabahatli sizsiniz!
Bir “belagat ustasının” sözlerinin kendisine bakmayacağız, nasıl anlamamız gerektiğini de kendimiz bulacağız yani!
Paylaş