GEÇTİĞİMİZ haftanın en gözde konularından biri de "liberal aydınlar-AKP" tartışmasıydı.
"Liberal aydınlar" diye "homojen" bir grup olduğunu, bu grubun demokratikleşme, AB üyeliği gibi konulardaki olumlu tutumu nedeniyle AKP’yi desteklediğini bu vesileyle öğrendim.
Sonra da kendimle ilgili bir kuşkuya düştüm.
Ben de Türkiye’nin insan haklarına saygılı bir demokrasi olmasını istiyorum, AB üyesi olamasak da ülkemizdeki yasal ve ekonomik standartların o düzeye çıkarılmasını talep ediyorum. Türkiye’nin içine kapanık bir Ortadoğu diktatörlüğü değil, dünyaya açık bir Batılı medeni ülke olmasını hayal ediyorum.
Ama bütün bunlar için AKP’yi desteklemek de aklımdan hiç geçmedi.
Çünkü biliyorum ki AKP’nin çekirdek yönetimine hákim olan ideoloji, en başta benim bu hayallerimin düşmanı.
Görüntüyü kurtarmak için ne kadar Batılı-demokrat numarası yaparlarsa yapsınlar, içlerindeki hayalin benimkilerle hiç uyuşmadığını biliyorum.
"Liberal aydınlar" bunu göremedilerse nasıl aydın olabiliyorlar, onu da pek anlayabilmiş değilim.
Öte yandan, bu tablo Türk siyasetinde bir boşluğa da işaret ediyor.
İslamcı bir siyasi akım ile kendisine liberal diyen ve sadece demokrasi arayan bir grup insan yan yana gelebildiyse, problemimiz çok ciddi demek.
Türkiye’de çağdaş değerleri savunan, tam demokrasi isteyen, insan hakları ile ilgili hassasiyetleri olan, AB üyeliğini bir esaret değil, bir "eşitler arasında ortaklık" olarak değerlendiren güçlü bir siyasi akımın olmayışının sorumlusu elbette bu aydınlar değil.
Bu tür çağdaş değerleri savunması beklenen siyasi partinin, genel başkanın iki dudağı arasında giderek sağa doğru savrulması bu durumu yaratıyor.
AKP’den kurtulmanın yolu, CHP’yi yeniden kendi çizgisine çekmekten geçiyor.
Saatler Köşk’te kalıyor
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün, Katar gezisi sırasında maiyetindeki Türk heyete saat hediye edildiğini, gazetecilerin önemli bölümünün bu saatleri iade ettiklerini, İslamcı gazetelerin mensuplarının saatleri kollarına iftiharla taktıklarını hatırlayacaksınız.
Meğerse bu saatlerden Köşk bürokratlarına da hediye edilmiş.
Bürokratlar da değer tespiti yaptırmışlar ve saatlerin değerinin asgari ücretin on katını aşmadığını görmüşler. Ama yine de dedikoduları önlemek için saatler, Köşk envanterine kaydettirilecekmiş.
O geziye Cumhurbaşkanı ile birlikte bazı bakanlar da katılmıştı. Maliye Bakanı, Enerji Bakanı, Bayındırlık Bakanı ilk hatırıma gelenler.
Herkese saat hediye edildiğine göre onlara da edilmiş olmalı. Ve herhalde Katar Şeyhi, koskoca bakanlara değeri 4 bin doları zor bulan saat hediye edecek kadar da görgüsüz değil.
Şimdi bu bakanların aldıkları hediye saatlerin akıbetlerini merak ediyorum.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Suudi Kralı’nın eşlerine armağan ettiği mücevherlerle ilgili bir sessizlik politikası izliyor. Aynı yöntemi dilerim ki bu bakanlar da kullanmasın.
Bu vesileyle tekrar soralım: Suudi Kralı’nın, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşlerine hediye ettiği mücevherler hakkında nasıl bir işlem yapıldı?
Meclis’in saygınlığı için
MİLLETVEKİLLERİNİN özlük hakları ile ilgili talepler ne zaman gündeme gelse, hep aynı şey oluyor.
Nitekim emekli milletvekili maaşlarını 1500 YTL artıran hükmün, "herkesten habersiz" olarak ilgisiz bir kanun metninin içine sızmasında da sonuç değişmedi.
Bu hükmü yasa tasarısına koyanlar, hep olduğu gibi tam siper, araziye uymuş durumdalar.
Bu görüntüye bakarak, yapılmak istenen işin utanç verici olduğunu düşünebiliriz. Tasarının altında imzası olanlar bile buna sahip çıkmadığına göre, başka nasıl düşünebiliriz ki?
Milletvekili maaşları da elbette, diğer bütün sabit ücret ve maaşlar gibi enflasyon karşısında zaman içinde eriyor. Dolayısıyla zaman zaman bir ayarlama yapmak kaçınılmaz.
Ama maaşları eriyen kamu görevlileri sadece milletvekilleri de değil.
Daha geniş kitleye sen elindekiyle idare et derken milletvekillerinin maaş peşine düşmeleri, TBMM’nin saygınlığına zarar veriyor!