Paylaş
Tarık Işık’ın Radikal’deki haberine göre Prof. Dr. Bal, “Başbakan’ın yanlış bilgilendirilerek olayın tarafı haline getirilmiş olmasını stratejik bir hata” olarak yorumluyor.
Projede halka danışılmamasını, çevreci duyarlılıkla parkı sahiplenenlere müdahalenin şeklini eleştiriyor.
Bizim siyaset geleneğimizde lidere içeriden muhalefet etmek kolay değildir.
Bir muhalefet varsa da bu muhalefetin hedefi lider değil “çevresi” olur. “Liderimiz iyidir ama çevresi onu yanlış yönlendiriyor” şeklinde ortaya çıkar.
Nitekim Prof. Dr. Bal da bu yoldan ilerlemiş.
Raporda şöyle deniliyor:
“Sayın Başbakan projenin sahibi, planlayıcısı ve yürütücüsü gibi yansıtılmıştır. Ne Beyoğlu Belediye Başkanı, ne Büyükşehir Belediye Başkanı projeyle ilgili taraf görülmüştür. Sayın Başbakan krizin tarafı değil, kriz çözücü olarak devreye girer, gerekirse yerel yöneticilere telkinlerde bulunur, halkla yöneticiler arasında arabulucu ve kriz çözücü rolü oynayabilirdi.”
Rapordaki tespitlerin bir bölümüne katılıyorum ama işte tam da bu noktada Prof. Dr. Bal’ın geleneksel “Lider iyi, çevresi kötü” tuzağına düştüğünü düşünüyorum.
İlk günden beri bu proje Başbakan’a aitti. Proje ile ilgili açıklamaları yapan, “Taksim’e Topçu Kışlası yapacağım, alışveriş merkezi, rezidans olacak” diyen Başbakan’dı.
Çevreci duyarlılık yükseldiğinde protestocuları “çapulcu” diye niteleyen, “Bir karar verdik, yapacağız” diyen de Başbakan’dan başkası değildi.
Bu nedenle belediye başkanları değil, bizzat Başbakan krizi büyüttü.
Krizi yatıştırmak isteyen Bülent Arınç’ın açıklamalarını okuduğu tablet bilgisayarı duvara fırlatıp kırdığı söylentilerini de unutmayalım.
Anlaşılıyor ki araştırmayı yönetenler Başbakan’ın hatalarını doğrudan söyleyemiyorlar, lafı dolaştırıyorlar.
Ama bu kadarının bile AKP gibi otokratik eğilimlere sahip bir lider tarafından yönetilen partide söylenebiliyor olmasının önemine dikkat çekmek isterim.
Belli ki Gezi olaylarının yarattığı değişim rüzgârı bu partiyi de etkilemiş!
Bu sorular işlerine gelmedi tabii!
MHP Milletvekili Özcan Yeniçeri, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in yanıtlaması istemiyle 324 soru önergesi vermiş. Önergeleri işleme konmayınca da TBMM Başkanlığı’nın kararının iptali için idare mahkemesinde dava açmış.
İlginç bir dava olacak, sonucunu heyecanla bekleyeceğim.
Yeniçeri’nin yanıtlanmasını istediği soru aslında bir tane: Belediyelerin sahip oldukları taşınmazların satışı ve kiralanmasıyla ilgili işlemleri soruyor.
Bu satışlar kimlere yapılmış, ne gelir elde edilmiş? Kiralamalar hangi koşullar altında, kimlere yapılmış?
Normal bir demokraside bu soruların aslında belediye meclislerinde sorulmuş ve yanıtlarının alınmış olması gerekirdi.
Bu işlemlerde bir usulsüzlük, tuhaflık tespit edildikten sonra konu TBMM’ye gelmeliydi ki hükümetin bu konuda nasıl bir tavır içinde bulunduğunu, nasıl işlemler yaptığını öğrenebilelim.
Ama normal bir demokraside yaşamıyoruz, onun için sorunun TBMM’ye gelmesini yadırgamıyorum.
Yadırgamamız gereken idari gerekçeler ile TBMM’nin denetim yetkisinin kısıtlanmasıdır.
Millet iradesini seçtiği milletvekilleri ile ortaya koyuyor ve onlardan tek beklediğimiz şey de parmak kaldırıp yasaları onaylamaları ya da reddetmeleri değil.
Yürütmenin denetlenmesi görevi de onlara ait ve bu görevin yerine getirilmesi, iktidar partisi tarafından engelleniyor.
TBMM’de süresi içinde yanıtlanmayan yüzlerce soru önergesi var ve Meclis Başkanlığı, hükümetin bu tavrı karşısında eli kolu bağlı oturuyor.
Dillerinden “milli irade” sözü hiç düşmüyor ama iradenin ortaya konduğu Meclis’i “parmak indir–parmak kaldır” düzeyine indirgemekte sakınca da görmüyorlar.
Irkçı güreşçi cezalandırıldı sıra profesörde
GEZİ Parkı eylemleri sırasında attığı ırkçı tweet’lerle nefret suçu işleyen milli güreşçi Rıza Kayaalp’in cezasını Uluslararası Güreş Federasyonları Birliği (FILA) kesti.
FILA, güreşçiye altı ay süreyle müsabakalardan men cezası vermiş.
Bu ırkçı nefret suçunu sıkı takip eden birileri çıkarsa cezasının ömür boyu karşılaşmalardan men cezasına dönüşebilmesi ihtimali küçümsenmemeli.
Aynı günlerde ırkçı nefret suçu işleyen bir kişi daha vardı, hatırlarsınız. İsminin başında “profesör doktor” unvanı olan birisi: Prof. Dr. Ahmet Atan.
Kendisi, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bölüm başkanlığının yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat Danışmanlığı görevini de yürütüyor.
Ve işlediği ırkçı nefret suçu için YÖK hâlâ bir işlem yapmış değil. Yadırgamıyorum. YÖK’ü oluşturan zihniyet de büyük olasılıkla aynı hastalıkla malul olmalı.
Ama belediye öyle olamaz. Bu kentte ırkçı profesörün hakaret ettiği etnik kimliklere sahip insanlar da yaşıyor, vergilerini ödüyorlar ve saygı görmek hakları var.
Kadir Topbaş, iftar yemeklerinde dini liderleri bir araya getirip gösteri yapıyor ama belli ki hiç de samimi değil!
Samimi olsaydı ırkçı profesörü hâlâ orada tutuyor olabilir miydi?
Paylaş