ALMANYA’da yaşayan Türk vatandaşlarını dolandırdığı için aranan ve bu süre içinde bakanlarla yan yana cenaze namazı bile kılan YİMPAŞ patronu Dursun Uyar’ın nasıl olup da serbestçe dolaşabildiği giderek aydınlık kazanıyor.
Yetkililerin karmaşık ifadelerle dolu açıklamalarından anladığım bir tek şey var: Bu dolandırıcıları yakalamaya ve dolandırılan vatandaşlarımızın haklarını korumaya hiçbir yetkilinin niyeti yok!
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, dün Hürriyet’te yayımlanan açıklamasında "cenazede birlikte fotoğraf konusuna" açıklık getiriyor.
"Arkadaşımızın cenazesinde birlikte görüntülenmiş olmak o kişiye destek olduğumuz anlamına gelmez."
Evet, doğru. Elbette cenaze namazına gelmiş bir kişiyi "Sen burada ne arıyorsun" diye kovalamak doğru olmazdı.
Ancak, bu yeşil sermaye dolandırıcılarının korunması gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.
Bakan Çiçek, "Savcılara emir veremem. Söz konusu kişi Türk vatandaşı olduğu için de iade edemeyiz. Ancak Almanlar orada yargılamak istiyorlar. Savcılar yayınlarınızı ihbar kabul edip işlem yapabilirler" diyor.
Adalet Bakanı’na ve Başbakan da dahil birçok devlet yetkilisine vatandaşların sözlü olarak şikáyetlerde bulunduğunu biliyoruz.
Gazetelerde de Türk vatandaşlarının milyonlarca Euro tutarındaki parasının toplandığı, toplayanların bu işleri yasalara aykırı olarak yaptıkları ve sonra da paraların buharlaştığı ile ilgili yüzlerce haber yayımlandı.
Adalet Bakanı’nın aklına hiç mi "suç duyurusunda bulunmak" gelmedi? Savcılıklara suç duyurusunda bulunmasının ve o duyurunun sonuçlarını takip etmesinin önünde nasıl bir yasal engel var?
Elbette hiçbir yasal engel yok. Bütün mesele, bugünkü iktidarın "yeşil sermaye dolandırıcılarını" kendine siyaseten yakın görüyor olmasıdır.
Bırakın tren devrilecekse devrilsin!
AVRUPA Birliği dönem başkanı Finlandiya’nın, Kıbrıs ile ilgili önerilerini tartışan Türk yetkililer, "Biz Kıbrıslı Türklerle konuyu görüşüyoruz, neden Yunanlılar da Kıbrıslı Rumlarla görüşmüyorlar" diye sorunca şu yanıtı almışlar: Rum ve Yunan dışişleri bakanları birbirlerine küs, konuşmuyorlar!
Hürriyet’te bu haberi okurken gülmeme engel olamadım.
İki bakan küs diye, iki ülkenin bütün dışişlerinin de birbirine küs mü olması gerekiyor diye düşündüm.
Belli ki yeni bir Rum-Yunan manevrası ile karşı karşıyayız.
Şimdi de "Küstük, konuşmuyoruz" diye bir oyun tezgáhlanıyor.
İlerleme Raporu öncesi herkesi bir "tren kazası olmasın" kaygısı sardı.
Finlandiya’nın önerisi sözde bu kazayı önlemeye yönelik.
Ama görünen o ki "kazayı önleyeceğiz" derken Türkiye, KKTC’yi tamamen yok etmeye yönelik bir oyuna düşebilir.
Finlandiya’nın önerilerinin kabul edilmesinin bir tek anlamı olur: Maraş bir pazarlık konusu olmaktan çıkar, KKTC’ye yönelik izolasyonun kesin bir şekilde kaldırılması için ileride başka tavizler de vermek zorunda kalırız, Türk limanlarının Güney Kıbrıs gemilerine açılması da işin tuzu biberi olur!
Kişisel görüşüm şu ki artık bu "tren kazası korkusunu" bir kenara bırakmamızda yarar var.
AB, Annan Planı referandumu sonrasında verdiği hiçbir sözü tutmadan, büyük bir pişkinlikle yeni planlar önerebiliyor.
Bırakalım "kaza" olacaksa olsun. Devrilecek trende sadece biz yokuz. O trenin altında kalacak başkaları da Türklerin aradığı tek şeyin "adalet duygusu" olduğunu belki bu şekilde öğrenirler.
Bu koca toplum Naile’yi koruyamadı
DÜNKÜ Milliyet’te bir fotoğraf vardı: Bir kız çocuğu, kanlar içinde yerde yatıyordu. Üzerindeki giysilerin partallığından nasıl bir yaşamın içinden geldiği açıkça görülüyordu. Minik ayaklarında kalın kırmızı çoraplar vardı. Belki de kısa süren yaşamında sahip olabildiği tek "renk" o kırmızıydı.
Naile, 15’inde tecavüze uğramış ve bunu ailesinden saklamış. Başına nelerin gelebileceğini tahmin etmesinden olmalı, bu saldırıyı saklamasının nedeni.
Baş ağrısı şikáyetiyle götürüldüğü hastanede doktorlar durumun farkına varmışlar. "Rahatsızlığını yatırarak tedavi edeceğiz" diyerek doğumunu yaptırmışlar.
Ve Naile’yi bir süre sonra kucağında bir çocukla evine göndermişler!
Ağabeyi Naile’yi evin dışında bir yere götürmüş ve başından vurup öldürmüş.
Yıllardır "töre cinayetleriyle" ilgili haberler yayımlanıyor bu ülkenin gazetelerinde.
Ama bir Naile’yi korumayı bile başaramıyoruz.
Doktorlar belli ki doğum yapınca görevlerinin bittiğini düşünmüşler.
Bu ülkede Naile’lerin başına nelerin gelebileceğini hiçbiri akıl edememiş.
Hiç kimse polise (küçük yaşta tecavüz ve doğum) ve çocukları korumakla görevli kurumlara haber vermeye gerek görmemiş.
Nailecik kendisinden başka herkesin suçlu olduğu bir dünyada tek başına kalmış.
Bu bayram günü bir an gözlerinizi kapayıp Naile’yi ve öteki töre kurbanlarını düşünün.
Bu koca toplumun bu minicik kızları koruyacak gücü yok mu?