12 Eylül’den günümüze Türkiye aynı ülke!

MEHMET Baransu, Taraf gazetesindeki köşesinde aşağıdaki cümleyi yazalı bir buçuk yıla yakın zaman geçti:

Haberin Devamı

“AK Partili bir ismin 2004 yılında İsviçre’ye neden gittiğini, gelirken yanında bulunan valizde kaç milyon dolar olduğunu, bu paranın Türkiye’ye neden getirildiğini de doğrusu merak ediyorum.”
Savcılıklar bu iddiayı ciddiye almadı, nasıl ciddiye alsınlar ki, önlerindeki örnek Deniz Feneri soruşturmasını yürüten üç savcının başına gelenlerdir.
Görevden alındılar, az kalsın hapishaneye de tıkılacaklardı!
MASAK deseniz zaten hükümete bağlı bir kurum, hükümetten bir işaret gelmeden böyle bir iddianın üzerine gidemezdi.
Hatırlar mısınız bilemiyorum, 12 Eylül’ün en şiddetli günlerinde ABD’de Lockheed Skandalı patlak vermişti.
Lockheed şirketinin askeri uçaklarını satabilmek için dünyanın dört bir yanında rüşvet dağıttığı ortaya çıkmıştı. Rüşvet dağıtanlar ABD’de, rüşveti yiyenler de kendi ülkelerinde yargılandılar, hapis cezalarına çarptırıldılar.
Dünya yüzünde bir tek ülkede Lockheed rüşvet skandalı soruşturulamadı: Türkiye!
12 Eylül’ün güçlü isimlerinin bu işe bulaştığı iddia ediliyordu ama Türkiye öyle bir dönemden geçiyordu ki hiçbir savcı bu dosyanın kapağını açmaya cesaret edemedi.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile Başbakan adına kavga eden AP Sosyalist Grup Başkanı Swoboda’nın karısının da yönetici olarak sorumlu olduğu Siemens rüşvet skandalı da tıpkı Lockheed gibi dünya yüzünde bir tek bu ülkede soruşturulamadı.
Bir bakanın, rüşvet dağıtmak için Türkiye’ye gelen firma yetkilisiyle yemek yediğini Münih Savcılığı tespit etti ama hiçbir savcı cesaret edip de “Şu dosyayı bana da yollayıverin, ben de burada bakayım, kimler rüşvet yemiş” diyemedi.
12 Eylül dönemiyle, bu dönem, bu açıdan ne kadar da çok birbirine benziyor!
Her dönemin bir baş hırsızı var, kim olduğunu herkes biliyor, “damda gezip, miyav diyor” ama kimse ona dokunamıyor.

Haberin Devamı

Siyasi sorumluluk ahlaki sorumluluktur

GÜMRÜK ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, Türkiye–Suriye sınırındaki Yayladağı Gümrük Kapısı’nın geçici olarak kapatıldığını açıkladı.
Bakanlık, “son günlerde” Hatay Valiliği ile istişarelerde bulunmuş, “muhtemel güvenlik sıkıntılarını önleyebilecek altyapı sistemleri bulunmadığı” fark edilince de sınır kapısı kapatılmış.
İngilizler gibi “gece yemeğinden sonra günaydın” demek gerekiyor sanırım!
Bugüne kadar işleri neymiş, bunu neden Reyhanlı’da bombalar insanlarımızın canını almadan önce fark edememişler onu da açıklasalardı iyi olurdu.
Ortaya çıkıyor ki ne Hatay Valiliği işini yapıp zamanında Gümrük Bakanlığı’nı uyarmış, ne de Gümrük Bakanlığı işini yapıp “Bu sınır kapısı güvenlik sorunu yaratır, bu işler yatışana kadar kapatalım” demeyi akıl edebilmiş.
Reyhanlı’daki bombalamalar, MİT–Emniyet hesaplaşmasına da alet edildi ve sanki bütün sorumlular bazı polislermiş gibi bir hava yaratıldı.
Ama görüyoruz ki kimse işini doğru düzgün yapmamış!
Medeni ülkelerde bunun siyasi sorumluluğunu üstlenip istifa edecek ahlaki sorumluluğu gösterecek bakanlar, valiler çıkar.
Bizde ise böyle bir şey olmaz, herkes koltuğu ısıtmaya devam eder!

Haberin Devamı

Uzlaşmayı tıkayan AKP’dir

ANAYASA Uzlaşma Komisyonu, 150 maddeden oluşan anayasa metni için 28 maddede uzlaşmaya varabilmiş. Uzlaşılan maddelerin hemen hepsi temel haklar ile ilgili ve bu olumlu bir gelişme sayılmalı.
Partilerin her biri kendince uygun bulmadığı maddeler hakkındaki çekincelerini ve önerilerini kırmızı kalemle yazıyor.
Bu tabloya bakınca, AKP sözcülerinin “Muhalefet anayasa konusunda uzlaşmaya yanaşmıyor, uzlaşma olacak olsa biz başkanlık sistemi önerisini geri çekeriz” iddiası da havada kalıyor gibi.
Çünkü görüşmeleri tıkayan hususlardan en temel olanı AKP’nin başkanlık sistemi önerisi ile Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organlarını tek çatı altında birleştirme ve HSYK’nın yapısını değiştirme önerileridir.
AKP, başkanlık sisteminde ısrarlı olduğu için Anayasa’nın “yürütme organı” ile ilgili maddeleri müzakere edilemiyor. AKP, başkanlık sisteminden vazgeçse bunlar üzerinde son derece kolayca anlaşılabilecek maddeler.
Aynı şekilde AKP’nin HSYK ve birleştirilmiş yüksek yargı önerileri 22 maddenin görüşülmeden ortada kalmasına neden oluyor, ki bunlar üzerinde partilerin ortak bir sonuca ulaşmaları aslında çok da zor değil, çünkü zaten bununla ilgili son anayasa değişikliği referandum ile kabul edilmişti.
Sorun, AKP’nin Recep Tayyip Erdoğan’a diktatör yetkileri taşıyan bir başkanlık sistemi hediye etmek arzusundan kaynaklanıyor.
AKP, iddia ettiği gibi “Diğer maddelerde uzlaşma olacaksa başkanlık sistemi önerisini çekeriz” görüşünde samimi olsa yeni anayasanın yazım süreci hızlanır, bu açıkça görülüyor.
Ve ilginç olan konu da şu ki AKP’nin “uzlaşma” kavramından anladığı şey, kendi önerilerinin etrafında bir fikir birliğine varılması!
Başbakan’ın dönüp dolaşıp “Olmazsa kendi önerimizi getiririz, referandum için yeterli sayıyı ararız” demesinin nedeni de bu. Uzlaşma arayan insan, yola “Olmazsa kendi önerimizi getiririz” diyerek çıkar mı?
Yani AKP’nin önerilerini kabul ederseniz uzlaşmış olacaksınız, bu fikirlere karşı çıkarsanız da oyunbozan ve 12 Eylül Anayasası’nı savunan!
Muhalefetin bugüne kadar AKP’nin Anayasa Komisyonu’ndaki uzlaşmaz tutumunu gözler önüne sermekte bu kadar aciz kalmış olmasına da ne demeli bilmiyorum.
Sanırım onlar da gazete ve televizyonları suçlayacaktır, bu konudaki görüşlerine yer verilmiyor diye!

Yazarın Tüm Yazıları