Paylaş
Ekmeğini evine götürebilmenin derdiyle yaşayanları düşünüyor muyuz?
Yağmurlu, soğuk günler başlıyor...
Kaç milyon insanın gündelik işlerde çalışarak evini ısıtmaya çalıştığını biliyor muyuz?
Elektrik, doğalgaz, su faturalarını ödeyebiliyor mu ya da odun ve kömür parasını kazanabiliyor mu?
Bilmiyoruz...
*
Dünyanın içindeki yoksulluk tablosunu bilenler, dünyayı yönetenlerin gözlerinin içine bakarak bağırıyor ve diyorlar ki:
2021’de korkunç boyutta kıtlık olacak!
*
Kıtlık tehlikesine rağmen zıtlıklar olağanüstü bir hızla devam ediyor...
Dünya Gıda Programı (WFP) Direktörü David Beasley, dünyayı bekleyen kıtlık tehlikesine karşı uyarılarda bulunuyor.
Beasley, dünya liderleri para ya da teşvik paketleri sağladıklarından dolayı bu kıtlık salgını 2020’de engelleyebildiklerini belirtiyor ve diyor ki:
Kıtlık, açlık, istikrarsızlaşma ve göç konularına odaklanmalıyız...
*
Peki, 2021 ve sonraki yıllarda ne olacak?
Belli değil...
İşte insan bu yüzden ‘doğduğu yeri değil doyduğu yeri seviyor’ diyorlar...
Doymayanlar doyacağı yerlere doğru göç yollarına düşecek...
Dünya bu hareketlenmeye ne kadar hazırlıklı?
Bilmiyoruz...
Bir de bizim gibi ülkelerin deprem ve terör diye başka dertleri var...
Ne zaman kapımızı çalacağı da belli değil...
*
Beasley, WFP’nin dünya liderlerini uyarmak için megafon görevi gördüğü için Nobel Barış Ödülü’nün WFP’ye verildiğine dikkat çekiyor...
Ve dünya liderlerine gelecek yılın bu yıldan daha kötü olacağını vurgulayan WFP her şeye rağmen uyarılarını sürdürüyor...
ABD’de pandemi yüzünden işsiz kalan 2 milyon kişinin açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığına dair haberleri okuyor ve izliyoruz...
Ekmek ve yemek kuyruklarında saatlerce bekleyen büyük kalabalıkların hallerini de görüyoruz...
*
İşte dünyanın birçok yerinde yaşanan açlık karşısında insanların çaresizliğine şahit oluyoruz...
Ve oldukça üzülüyoruz...
Funda Arar bir şarkısında “Sebebini bilmediğim kırık dökük zamanlarımız var” diyor ya...
Bizler ise sebebini bildiğimiz kırık dökük zamanlardan geçip gidiyoruz...
Biliyor ve unutuyoruz...
İçimizdeki dipsiz kuyulara atıyoruz...
Yaralarımızı sakladığımız içimizdeki kuyulara girmekten kaçıyoruz...
Öylesine biriktirmişiz ki...
Bakabilmek, yazabilmek, ağlayabilmek ve anlatabilmek için kendimizle yüzleşmeyi sürekli yarınlara erteliyoruz...
Yarın diye bir şey var mı?
Bilmiyoruz...
*
Avuçlarımızın içindeki oyuncak trenler gibiyiz...
İçimiz, dışımız ihanetlerin yaralarıyla kanıyor
Hangi birine merhem süreceğimizi bilmiyoruz.
Şifa bulmamış yaralarımızın iz bırakması bu yüzden...
*
“Üç günlük dünya” deyip duruyoruz...
Oysa ne biz ne de başkaları üç günlük olduğuna inanmıyormuş gibi yaşıyor...
Can Yücel’in “Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz” deyişindeki gibi yaşıyoruz üç günlük dünyanın içinde...
Kendinden yorgun düşmüşler gibi büyük bir sessizliğin içinde yaşıyoruz...
Kendimizi düzeltebilirsek her şeyin de düzeleceği gerçeğini unutuyoruz...
Yine de umutluyuz...
Paylaş