Paylaş
Parklarda dolaşmayı, yürümeyi, denizi seyretmeyi...
Ekmeğini eve götürebilmeyi...
Ve ayaklarının üzerinde durabilmeyi...
* * *
Ve Nâzım’ın dizeleri geliyor aklımıza:
“Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
Bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldamadan durdum.”
* * *
Güneşe çıkmanın hasretini yaşıyor büyük kalabalıklar...
Nisan yağmurlarında ıslanmayı...
Şehirler, kasabalar, köyler kendi yalnızlığına çekildi usulca...
Ve kaldırımlar kimsesiz kalınca...
Üstat Necip Fazıl’ın dizeleri düşüyor aklımıza:
“Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.”
Ve tüm yoldaşlar uyanmış gibi ve kaldırımları da uslanmış sanki...
* * *
Erik ağaçları çiçek açtı... Kiraz, vişne ve elma ağaçları kış uykusundan uyanıyor...
Günler biraz daha uzuyor...
Ve tüm dünya ıslık çalarcasına Sabahattin Ali’nin mısralarını fısıldıyor:
“Dışarıda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış,
Geçmiyor günler geçmiyor.”
* * *
Havanın, suyun, toprağın ne büyük hediye olduğunu yaşadığımız karantina günlerinde bir daha hatırlıyoruz...
Nâzım’ın deyişindeki dalgalar gibi:
“Sonra saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...”
* * *
Anlamsız kavgalar...
Ve savaşlar yüzünden anlamsızlaştırılan hayatların kıyısında kaç milyar insan duvarların arasına sıkıştırılan günlerden kaçıp kurtulmayı bekliyor bilmiyoruz ama diliyoruz ki, kurtulunca yine eski tas eski hamam olmasın...
Herkes kaldığı yerden devam edecekse hayatına, bırakmayacaksa eski kötü alışkanlıklarını, adil ve şefkatli olamayacaksa insanlara, toprağa, dağa, suya, ağaçlara, hayvanlara, kuşlara ve balıklara, daha ağır bedeller ödeyebiliriz...
* * *
Düşünmeliyiz...
Kendimizi hesaba çekmeliyiz...
İtalya’da koronavirüs tedavisi gördüğü hastaneden iyileşerek çıkan 93 yaşındaki hastaya solunum cihazının bedeli olan 500 Euro’nun ödenmesi gerektiğini söylediklerinde hasta ağlamaya başlıyor...
Kendisini fakir sanan hastane yetkilileri teselli etmek istiyor...
Yaşlı adam para yüzünden ağlamadığını belirtiyor ve diyor ki:
“Parayı ödeyeceğim... Düşünüyorum da 93 yıldan beri Allah’ın verdiği havayı soluyorum ve bunun bedelini hiç ödemedim. Allah’a ne kadar borcum var şimdi biliyor musunuz? Ve bunun için bir defa teşekkür bile etmedim...”
* * *
93 yıl sonra düşünmeyi öğrenen İtalyan hastanın sözleri bizlere ne kadar bedava yaşadığımızı ve Orhan Veli’nin mısralarını hatırlatıyor:
“Bedava yaşıyoruz, bedava,
Hava bedava, bulut bedava,
Dere tepe bedava,
Yağmur çamur bedava...”
Anlıyoruz ki ‘bedava’ yaşıyormuşuz işte...
* * *
Hazreti Nuh tufanından sonra dünyada ikinci büyük tufan bize göre bu salgın...
Böylesi günlerde herkesin aynı gemide olduğunu unutmayalım...
Kişisel her kavganın, savaşın uzağında durmalıyız.
Ve çatışmaların...
Yaşananlardan ders çıkarıp kendimizi düzeltmeliyiz...
Anlamsızlaştırılan hayatın çerçevesine adaleti, merhameti, aşkı, dostluğu, güneşi, suyu, dağı yeniden çizerek duvarlara asalım...
Bir mikrobun tüm dünyayı dört duvar arasına nasıl mahkûm ettiğini görüyoruz işte...
Büyük dersler çıkaralım diyoruz...
* * *
Hayallere, umutlara pranga vurulsa da bu belirsiz kara günlerin geçeceğine inanmalıyız...
Sahip çıkmalıyız birbirimize...
Umutsuzluğa düşmek yok...
Şairin dediği gibi:
“Al yalnızlığını da gel...”
Paylaş