MİLLETİMİZİN, milli ve manevi hasletler yönünden boş geçen bir ayı yok gibidir. Mart ayı dolu dolu yaşadığımız aylardan birisidir.
Bu ay içerisinde tarihe damgasını vurmuş önemli olaylar yaşanmıştır. Bunlardan biri, 18 Mart Çanakkale Zaferi’dir. Bu yıl 92. yılını kutluyoruz. İkincisi, İstiklal Marşımızın kabulüdür. Bu kutlu olay da 86 yıl önce bir mart ayının 12. gününde gerçekleşmiştir.
Baharın müjdecisi, sevgi ve barışın simgesi olan Nevruz da yine bu ay içerisinde kutlanmaktadır. Zafer, istiklal ve bahar... Mart ayı bu yönüyle çok güzel, çok anlamlı bir ay. Allah, bu yüce milleti mart ayında yaşadığımız bu güzel ve gurur verici olayların idrakinden hiçbir zaman mahrum bırakmasın.
* * *
250 bin civarında kahraman Mehmetçiğin yaralanmasına, sakat kalmasına ve canına mal olan Çanakkale Müdafaası, tarihimizin en büyük zaferleri arasındadır. Anadolu’nun her bölgesinden, hatta her köyünden birkaç gencin şehit düştüğü Çanakkale Savaşları, milletimizin sahip bulunduğu cevherin öz olarak daima muhafaza edildiğini, bu cevherin ve fıtri kabiliyetin iyi yönlendirilmesi durumunda, Müslüman Türk milletinin büyük hamleler ve üstün idealler uğrunda büyük fedakárlıklara her zaman hazır olduğunu da ispat edecek tarihi bir misaldir.
İslam tarihinde Bedir ve Uhud Savaşlarıyla başlayan din ve mukaddesatı korumak uğrunda yapılan fedakarlıklarla Çanakkale müdafaası arasında tarihi ve stratejik benzerlikler de vardır. Bedir Savaşı Müslümanların, Çanakkale de Müslüman Türk milletinin varoluş savaşıdır. Milli şairimiz Mehmet Akif, Çanakkale kahramanlarını Bedir Savaşı’ndaki mücahitlere benzetmiştir.
Bu zaferin günümüze sunduğu en önemli mesajlardan biri de; dini ve milli birlik şuurunun korunması gereğidir. Büyük Komutan Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde göğsündeki sarsılmaz imanı, ruhundaki çelik iradesiyle birleştirerek eşsiz kahramanlıklar gösteren, mübarek kanlarıyla Çanakkale Destanı’nı yazan, vatanımızın sınırlarını çizen, meçhul makberinde kefensiz yatan Mehmetçiklerimizi, aziz şehitlerimizi, büyük komutan Mustafa Kemal’i bir kere daha rahmet ve minnetle anıyoruz.
Bu eşsiz komutanın milletine en büyük armağanı O’nun istiklali olmuştur. Atatürk, milletimizi kurtuluş savaşıyla bağımsızlığa kavuşturduktan sonra, istiklalimizin marşını yazmak da milli şairimiz Mehmet Akif’e nasip olmuştur.
"İstiklál Marşı"nın yazılması için Maarif Vekáleti tarafından bir müsabaka açılmış ve müsabakada birinciliği kazanacak zata 500 lira nakdi mükáfat verileceği ilan edilmişti. Yurdun her tarafından 500’den fazla şair müsabakaya girmişti. Mehmet Akif, marşın mükáfatlı olmasından dolayı müsabakaya katılmamıştı. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi böyle bir marşın ancak, Safahat názımı şáir Mehmed Akif tarafından yazılabileceğine inanmış ve bir mektup yazarak bunu kendisinden istemiştir. Bu mektubun yazılmasından bir ay bile geçmeden milletin istediği İstiklál Marşı yazılmış ve kahraman ordumuza ithaf edilmiştir. Akif,"Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın" diyerek de Cenab-ı Hakk’a niyazda bulunmuştur. Ruhu şad olsun.
Son yıllarda milli bayram hüviyeti kazanan mahalli bayramlarımızdan birisi de Nevruz’dur. Asırlar boyunca Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar olan coğrafi bölgede, "Sultan Nevruz" veya "Nevruz-ı Sultani" gibi isimlerle kutlanan Nevruz; "Yeni Gün" manasına gelen Farsça bir kelimedir.
İslamiyeti kabulden önce, Türkler tarafından yeni yılın başlangıcı kabul edilen Nevruz, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar’da mali yılbaşı olarak kabul edilmiş ve buna göre takvimler düzenlenmiştir.
Çeşitli kesimler tarafından farklı şekillerde ifade edilen Nevruz’la ilgili rivayetlerin en gerçekçi olanı; bugünün, Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar bütün Türk dünyasında bir bahar ve tabiat bayramı olarak kutlanmasıdır.
* * *
Tarih boyunca destan, masal, şiir, atasözü ve türkülere konu edilip, coşku ile kutlanan bu bayram; kış mevsiminin zorluklarından kurtuluş, canlanan tabiatın güzelliğine, yeşilliğine duyulan sevgi ve bahara ulaşmanın sevincini simgelemektedir. Bu gelenek, İslamiyetin inanç esaslarına aykırı olmayan gelenek ve göreneklere hoşgörü ve müsamahalı olması sebebiyle bazı farklılıklarla günümüz Türk dünyasına da milli bir kültür mirası olarak intikal etmiştir.
Yeni bir bahar mevsiminin başlangıcında; ülkemiz, İslam dünyası ve bütün yeryüzü için bereket dolu ve verimli bir ziraat hayatı diliyor, Cenab-ı Hak’tan sağlık, huzur, sevgi, barış ve feyiz dolu günler niyaz ediyorum.
NOT: Bir yazarın TSK’nın dine yaklaşımı ile ilgili telefonla sorduğu soruya "Türk ordusu dine karşı değildir, din istismarına karşıdır" diye cevap verdim. Yazısında bazı generallerden de söz ediyor ki, o konuşmada hiçbirinin adı geçmedi. Yalçın Işımer’in sözlerini ise yorumlamadım. Bunun dışında, tırnak içinde verilen ifadelerin hiçbirisi bana ait değildir.
(M.N.Y.)
SORALIM ÖĞRENELİM
Bazı tasavvufçular sohbetlerinde Allah’la káinatı aynileştirmekte ve buna da "Vahdetü-l Vücut" (Varlığın Birliği) demektedirler. Bu, dini açıdan küfür değil midir? Kemal Özkan/İstanbul
Vahdetü-l Vücut’u sizin söylediğiniz tarzda kabul edenler olmuştur. Ancak, her şeyi Tanrı kabul etmek, Tanrı tanımak materyalizme yol açar. Gerçek tasavvuf erbabı bu inancı reddetmişlerdir. Onlara göre Zat-ı ilahi bütün varlıklarda yaratıcılığını, kudretini, hikmetini, tedbirini, tasarrufunu, sıfatlarını izhar etmekle beraber, varlık alemi hiçbir zaman Zat’ın zuhuru değildir. Zat, her şeyden mukaddes ve münezzehtir. Güneş olmazsa ışığı olamaz. Fakat güneşin ışığı güneşten ayrı bir varlığa sahip olmamakla beraber, güneş değildir. Her şeyi onun varlığı ile var olmuş bilmekle beraber, Zat’ı her şeyden tenzih etmek gerçek sufilerin inancıdır. Káinat, Hakk’ın sıfatlarının tecellileridir (görüntüleridir). Fakat Zatı káinat değildir. Yaratıcı, yaratılmış şeklinde zuhur etmez. Böyle bir kanaate sahip olmak apaçık küfürdür. Bu konuda çok dikkatli olmak gerekir.
Uydu anteni satıyorum, caiz midir?
Emin Kurnaz/Adana
Bu kanallar içinde gençler ve çocuklar açısından birtakım sakıncalı kanallar var ise de bunun yanında olumlu içeriğe sahip çok sayıda kanal da vardır. Bundan dolayı satmanızda bir mahzur yoktur. Ancak, satarken müşterileri "Şu şu kanalları şifrelemek ister misiniz?" şeklinde bir uyarıda bulunmanız faydalı olur.
Orta ölçekli bir tekstil atölyesinde asgari ücretle çalışıyorum. Ancak patronum tefecilik yapıyor. Böyle birisinin yanında çalışmaktan dolayı sorumlu olur muyum? Erkan T.
Atölyede çalışırken emeğinizin karşılığını alıyorsunuz. Patronunuzun tefecilik yapmasından ötürü siz sorumlu olmazsınız.