Telkin ve düşünce üzerine

İNSAN, yaradılışı gereği bir şeye inanmak zorundadır ve telkine müsait bir varlıktır. Telkin, insana ispatsız, delilsiz bir fikri kabul ettirmektir.

Başkaları üzerinde tesir icra etmek isteyenler, delillerden değil, telkinlerden yararlanmak isterler. Örneğin, Hindistan’da milyonlarca insan Ganj Nehri sularının kutsal olduğuna, yılanların gizlenmiş ilah sayılması gerektiğine, inekleri kesmenin günah olduğuna, bir ineği kesmenin bir insanı kesmekten, inek eti yemenin de insan eti yemekten farksız olduğuna inanırlar.

İnsanların bu tür inançları, inandıkları şeylerin sabit bir gerçek olmasından değil, telkinlerin şuuraltlarında derin bir iz bırakmasındandır. Biz, bu insanların bilgisiz, tecrübesiz ve zekádan yoksun olduklarına, araştırma zahmetine bile katlanmadan bu çeşit saçmalıklara inanmalarına güler geçeriz. Halbuki olayları yakından inceleyecek olursak, düşüncelerimizden çoğunun, hatta önem verdiğimiz inançlarımızdan büyük bir bölümünün aklın muhakeme süzgecinden geçirilmiş düşünceler değil, birer telkinler tortusundan ibaret kalıntılar veya saplantılar olduğunu görürüz.

* * *

Batılı bir fikir adamının söylediği gibi: ‘İnsanoğlu, telkinlere açık bir varlıktır. Bunlara kolaylıkla inanma ve uyma gibi bir zafiyeti de taşır. Bunu inkár edemeyiz. Sen, ben veya herhangi birimiz beş altı aylık birer çocuk iken beşiklerimizden alınıp Ganj Nehri kıyılarındaki bir köyde yetiştirilmiş olsaydık; çocukluğumuzdan başlayarak ineklerin mukaddes olduğunu öğrenir, Benares yollarında ineklere rast geldikçe onları öper, sever, onların etlerini yiyenleri yamyam veya káfir sayabilirdik. Ya da maymunlara, fillere birer ilah diye tapar, ‘Ormanların ve taşların ilahları’na boyun eğerdik.’

Hülasa, itikatlarımız nadiren muhakeme eseridir. Çoğu ise telkin ve coğrafyanın ruhumuza taşıdığı alüvyonlardır. Oysa dinimiz bize akletmeyi (düşünmeyi) emrediyor. Akletmek, Kuran’ın üzerinde sıkça durduğu bir konudur. Yüce Allah bizlere önce kendimizi ve içinde yaşadığımız evreni tanımayı, bu geniş şümullü tanıma üzerinde derin bir tefekkürde bulunarak Allah’a yaklaşmamızı öğütlüyor. Kuran-ı Kerim’de beş yüzden fazla yerde akletme ve düşünme eylemine atıfta bulunan ifadeler yer almaktadır. Kuran’ın, beş yüzden fazla düşünme fiiline vurguda bulunması, bu fiilin ne kadar yüksek bir değer taşıdığını gösterir.

İnsanın, düşünce hayatını ve muhakeme kabiliyetini geliştirmesi için özel bir gayret ve düşünce sistematiği geliştirmesi gerekir. Olayların nedenini, niçinini araştırmadan sağlıklı bir inanç ve düşünce yapısı oluşturmak mümkün değildir. İnançlarımızı ve hedeflerimizi önkabullere dayalı bir anlayışa göre düzenlememiz halinde, bozulma ve yabancılaşmanın tabii sonuçlarına da katlanmamız gerekir. Esas itibarıyla akletme ve düşünme melekesinin pasif hale getirilmesi, insanları doğru düşünceden, parlak fikirlerden ve isabetle delil getirmekten mahrum bırakır. Bu ise ferdi ve toplumsal gelişmemiz açısından en büyük handikaptır.

Yeryüzünde hayat bulmuş bütün medeniyetler, sorgulayıcı bir kültürün tezahürüdür. ‘İlim şüphe üzerine kurulur’ sözü bu tezi doğrulayan güçlü bir argümandır. Çevresel faktörler, ádet ve görenekler, yerleşmiş teamüller bize her zaman doğruyu telkin etmezler.

Allah insana ‘tefrik’ ve ‘temyiz’ kabiliyeti vermiştir. Bu iki kabiliyeti her insan kendi ölçüsü ve bilgisi dahilinde kullanarak doğruyu bulmak durumundadır.

* * *

Kuran, bilimsel zihniyetin İslam toplumlarına yerleşmesine katkıda bulunmak için tabiatta bir düzenin, sabitliğin, ölçülülüğün olduğunu vurgulamış (Rum, 8), tecrübeye önem vermiş (Yusuf, 76), insanları çevrelerinde meydana gelen olaylar üzerinde düşünmeye çağırmış, evrenin sırlarını araştırmaya yönlendirerek bilginin sonsuzluğu fikrini telkin ve teşvik etmiştir. Bu teşvikler, İslam medeniyetinin ilmi, felsefi, kültürel gelişmelerinin itici gücü olmuştur. Bunun sonucu olarak İslam dünyasında kozmoloji, tıp, matematik, hendese ve kimya gibi birçok alanda büyük gelişmeler kaydedilmiş, birçok eserler yazılmış ve pek çok buluşlar elde edilmiştir.

Bugünün Müslüman’ına düşen görev, kendini tarihi perspektif ışığında bir kere daha sorgulayarak Kuran’ın ‘düşünmez misiniz ey akıl sahipleri’ ihtarına hakkıyla kulak vererek kendi rönesansını hayata geçirmektir. Batı medeniyetine ilmi sahalarda büyük katkılar sağlayan İslam medeniyetinin várisleri olan İslam toplumlarını yeni bir medeniyet hamlesine götürecek iman ve ahlak erdemine ulaştırmanın başka yolu da yoktur.

SORALIM ÖĞRENELİM

Cenaze namazına niyet ederken Peygamberimiz için de ‘selat-ü selama’ diye niyet ediyoruz. Neden?

Fikret GÜMÜŞ/MERSİN

Cenaze namazına niyet edilirken ölünün erkek veya kadın, erkek çocuğu veya kız çocuğu olduğu belirtilir. Selat-ü selamın niyete dahil edilmesi ise hiçbir fıkıh kaynağında yer almamıştır.

Midye yemek dinimizce yasaklanmış mıdır, dinimizce haram olan şeyleri satmak caiz midir?

Aykut YALÇIN

Midye, istiridye, yengeç, ıstakoz gibi su ürünlerini yemekte bir sakınca yoktur. İçilmesi, yenilmesi haram olan şeylerin ticaretini de dinimiz haram kılmıştır.

Cenazelere çelenk göndermek caiz midir?

Süha TEKİN/SİVAS

Cenaze merasimlerine çelenk gönderilmesi İslami bir örf değildir. Çelenk için sarf edilecek paraların müteveffanın hayrına muhtaç olan fakirlere veya hayır kurumlarına verilmesi uygun olur.

Eşimin kabir taşına ‘Ahiret mekánı’ diye yazdırdım. Bunun bir sakıncası var mı?

Namık ÖGETÜRK İSTANBUL

Mezar taşına böyle bir ibare yazılmasında herhangi bir sakınca olmamakla birlikte, mezar yerinin kolay bulunabilmesi için sadece müteveffanın isminin yazılması yeterlidir.

Bir tefsir kitabında Kaf Dağı’ndan söz ediliyor. Tefsirde geçen bu rivayet doğru mudur?

Muhsin ALBAYRAK İSTANBUL

Kaf Dağı, İranlılardan bize intikal etmiş bir hurafedir. Kadim İranlılar, Kaf isminde mukaddes bir dağın ve onun üzerinde de Anka isminde bir kuşun varlığına inanıyorlardı. Bu Anka kuşuna isnat olunan efsaneler Osmanlı edebiyatına da girmiştir. İran kahramanı meşhur Zaloğlu Rüstem ile Simurg (Anka) arasında geçen maceralar İran edebiyatının sayfalarını süslemektedir. Bunlar, hayal mahsulü olup edebi metinlerde birer tasvir olarak kullanılmışlardır.

Gece saat 01.00’den sonra yatsı namazı kılınabilir mi? Yaz saati uygulaması nedeniyle vakit namazlarında da bir kayma olur mu?

Ahmet AKAY

Yatsı namazının vakti imsak saatine kadardır. Yani, sabah namazı vakti girinceye kadar kılınabilir. Yaz saati uygulamasıyla saatler ileri alındığında, tabiatıyla namaz vakitleri de birer saat ileri alınmış olur. Buna uymak durumundasınız. Yoksa vakit girmeden namaz kılmış olursunuz ki bu da caiz değildir.
Yazarın Tüm Yazıları