İNSANOĞLUNUN muhayyilesinden üreyip sistemleşen bütün faaliyetlerin hedefi insana dönüktür.
Her şey insanın mutluluğu için düşünülmüştür. Dinlerin gayesi de budur. Cenab-ı Hak, ‘‘en mükemmel varlık’’ olarak yaratıp akılla şereflendirdiği insana, önce güzel ahlak sahibi olmayı emretmiş, ailesine, çevresine ve üyesi olduğu topluma karşı ödev ve sorumluluklarını birtakım esas ve kurallara bağlamıştır. Kutsal kitaplarda bu esaslara ilişkin pek çok emir ve yasaklar bulunmaktadır. İslam dini, ‘‘komşu hakkı’’ kavramından başlayarak bütün insanların hak ve hukukuna riayet edilmesini, toplum huzuru ve esenliği için vazgeçilmez bir prensip olarak vazetmiştir.
İnsanlar arasında yardımlaşma ve dayanışmaya da önem veren dinimiz, toplumu içten içe kemiren, sosyal dengeleri bütünüyle bozan, ahlaki değerleri yok eden rüşvet, irtikap ve yolsuzluk gibi hastalıkları korkutucu bir azapla lanetlemiştir. Kur'an-ı Kerim, geçmiş milletlerden misaller getirirken, yalan olduğunu bildikleri bir davada rüşvet alarak yanlış hüküm veren Yahudi hákimleri ve onlara rüşvet veren kimseleri lanetle kınamış, başka ayetlerde de, ‘‘Birbirinizin mallarını aranızda haksız sebeplerle yemeyin, sakın haksız mal edinmeyin, halkın emvalinden yemek için hákimlere, hükümetlere intisap etmeyin, rüşvet vermeyin’’ şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur.
* * *
Hazreti Peygamber de zekát toplamakla görevlendirilmiş bir memurun, toplanan zekátın bir kısmını kendisine ayırmak istemesi üzerine onu sert bir dille uyarmış, bu olayın arkasından irad ettiği bir hutbede, ‘‘Allah'a yemin ederim ki, zekat amillerinden (tahsildar) herhangi bir kişi ‘beyt-ül mal'dan (hazine) haksız bir şey alırsa, kıyamet gününde muhakkak o kimse çaldığı malı boynuna yüklenerek haşrolunur’’ diye buyurarak bu cezanın azametini anlatmıştır. Rüşvet ve yolsuzluğu böylesine ağır bir ceza ile cezalandıran İslam, hediyeye de sınır ve ölçü koymuştur. Dinimiz, hediyeleşmeyi teşvik ettiği halde, ölçüyü aşan hediyeyi ‘‘rüşvet’’ sınıfına girer korkusu ile ‘‘alınmaması’’ yolunda bir tavsiye ile adeta yasaklamıştır.
Rüşvet ve yolsuzluk illeti, ne yazık ki içinde yaşadığımız toplumu da temelinden sarsmaktadır. Gazetelere yansıyan beyanlardan anlaşıldığına göre, toplanan vergilerin üçte biri rüşvet ve yolsuzluğa gitmekte, milyonlarca insanın alın teriyle oluşan milli hasılamızın oldukça büyük bir bölümü, vicdanları kezzapla kavrulmuş bir avuç hırsız ve çıkarcının cebine akmaktadır. Günümüzün tabiriyle ‘‘hortumlanan’’ bu paralarda tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. Yaşamak için çöp bidonlarında ekmek arayan ailelerin, çocuklarına süt alamayan annelerin, işsizlikten ve yoksulluktan bunalıp kendi hayatlarına son vermeyi bile göze alan talihsiz insanların, ilaç parası bulamayan hastaların, on binlerce, yüz binlerce kimsesiz ve çaresizin ise ahları!..
Dinimiz, rüşvet alanı da, vereni de aynı derecede sorumlu tutmaktadır. İkisi de aynı suçun lanetlenmiş failleridir. Buna bir üçüncüsünü de ilave etmek mümkündür. Rüşvet ve yolsuzluğu bildikleri halde, bunları ilgili makamlara ihbar etmeyerek hastalığın kangren hale dönüşmesine seyirci kalan, yılanın kendisine değmediğini sanıp sorumluluğu başkalarına atan gafiller topluluğu. ‘‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!’’ hadisi böylelerini tarif etmektedir. Onlar da bu çirkin olayın şeriki (hisse sahibi) durumundadırlar.
* * *
Allah’ın vaadi değişmez. Bütün insanlar, dünyada yaptıklarının hesabını ‘‘din günü’’nde (kıyamette) mutlak surette vereceklerdir. Bundan kaçış mümkün değildir. İnsanlar, maldan, mülkten, evlattan, hülasa dünyada sahip oldukları her şeyden sorumludurlar. İnsan, istediği gibi yaşama özgürlüğüne sahiptir. Ancak, bu özgürlüğün sınırları vardır. İnsanın hemcinsine, ailesine, çevresine, içinde yaşadığı topluma ve insanlık ailesine olan görevleri Kur'an-ı Kerim'de sayılmıştır. Bunları yerine getirmeden, istediği gibi yaşama hakkı kendisine verilmemiştir. İnsanı komşusunun açlığından sorumlu tutan bu güzel dini hepimiz, insan gibi, insan onuruna yakışır şekilde yaşamak durumundayız.
Geçmişe bakalım ve ondan ibret alalım. Pek çok köşkler virane oldu. İçlerinde behimi (hayvani) eğlencelerin binbir hayasızlıkla yaşandığı pek çok saray yerin dibine battı. İhtişamlar yok oldu. Nice medeniyetlerin bıraktığı anıtların her biri bugün ‘‘sit alanları’’nın altında gün ışığına çıkarılmayı bekliyor. Güvenilen, gururla, gıpta ile bakılan insanlar ve hayatlar... Hepsi, birer kemik yığınından ibaret. ‘‘Baki kalan bu kubbede hoş bir sada.’’ Güzel işler, güzel ameller... İşte İslam'ın bizden istediği bu!
İçinde yaşadığımız binaları ek kolonlarla sağlamlaştırarak depremlere karşı direnmeye çalışıyoruz. Ahlaki değerlerini hepten kaybetmiş bir toplumu hangi kolonlarla ayakta tutabilirsiniz? Biri eşya, diğeri insan. Biri fizik, diğeri metafizik. Biri geçicilik, diğeri sonsuzluk. Geçiciliğin aldatıcı ihtişamını, sonsuzluğun ürpertici ya da göz kamaştırıcı gerçekliği karşısında geçerli kılmak hiç kimse için mümkün değildir.
SORALIM ÖĞRENELİM
Namaz kılarken abdest bozulursa, abdest alınıp baştan mı kılınır, ya da farz veya sünnet nerede kalındıysa oradan mı devam edilir?
Hacer AZAK/ İSTANBUL
Farz namazları kılarken abdest bozulursa hiç beklenmeden ve konuşmadan abdest alınır ve kalınan yerden devam edilir. Aradan zaman geçer veya konuşulursa namazı yeniden kılmak gerekir.
Öğle ile ikindi, akşam ile yatsıyı cem edip çıkıyorum. Döndüğüm zaman ikindi geçmemiş ise tekrar ikindi veya akşamı kılmam gerekir mi?
Cem (namazları birleştirme) yolculuk veya zorunlu hallerde yapılabilir. Anladığım kadarıyla siz bunu alışkanlık haline getirmişsiniz. Bu doğru değildir.
48 yaşında namaza başladım. Rahatsızlığım nedeniyle ara verdim. Bırakıp devam edemezsem daha büyük günaha girer miyim? Her vakit namazının sonunda o vakte ait geçmiş namazımı kaza etmezsem, o günkü vakit namazımın kabul edilmeyeceğine dair görüşler var.
E.KURŞUNLU/BURSA
Namaz, yerine getirilmesi gereken farz bir ibadettir. Hastalık halinde eğilerek kılmak mümkün değilse, başınızla işaret ederek (ima ile) kılmalısınız. Kaza namazlarınızı her vakitte kılabilirsiniz. Namazı vaktinde kılmalısınız, ancak zorunluluk halinde birleştirebilirsiniz. Her vaktin sonunda kaza namazı kılınmazsa o vaktin namazı kabul olunmaz diye bir şey söz konusu değildir.
Sayın Mustafa Başoğlu-Sendika Başkanı ve Necati Ünsal-Konya
Ben yurtiçinde ve dışında birçok cami yapılmasına öncülük etmiş bir insanım. İhtiyaç duyulan yerlerde elbette cami yapılmalıdır. Söz konusu yazıda ‘‘Cami yapan insanları insan yapan mabetlerde buluşturmak istiyorsak eğitime önem vermeli, cami yapımı için gösterilen çabayı, okul yapımı için de göstermeliyiz’’ cümlesi, verilmek istenen mesajın özüdür.