BAŞLIKTAKİ soruya ‘hayır’ cevabını verebilmek ne yazık ki mümkün değil.
Dünyanın bazı merkezlerinde artık sık aralıklarla görmeye başladığımız bombalı terör eylemleri, bomba atan veya tetik çeken ellerin menşeine göre değerlendirilmeye başlandı ki, bizce en vahim tehlike budur. Dini ya da etnisitesi ne olursa olsun, küresel anlamda bütün insanlığı hedef alan terörün bizatihi kendisini hedef tahtasına koyup, bütün gücümüzle onu alt etmeye uğraşmak yerine, arkasındaki güçlerin menşeine göre tanımlar ve tavırlar geliştirmek, zaman kaybından ve mücadeleyi zafiyete uğramaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Elbette, bu sözümüzün adresi Batı’dır. Uzun zamandan beri ‘medeniyetler çatışması’nı diline dolayıp bundan İslam dünyası aleyhine hükümler ve sonuçlar çıkarmaya çalışan Batı. Kendi dünyasına ‘Bakın işte Müslümanlar böyle; Batı ile İslam medeniyeti arasında beklenen çatışmanın emareleri görülmüştür’ diyerek, 1.5 milyarlık insan kitlesine karşı yeni bir Haçlı zihniyeti oluşturmak istiyor. Formüllerindeki değişmez mantık şu: ‘Terör, eşittir Müslümanlık.’ Bombalar, İstanbul’da da, Kahire’de de yüzlerce masum insanın canını almış olsa bile bu hoyrat mantık değişmiyor. Bu olumsuz kanaatler, terörü yapanların şahıslarına münhasır kalsa söyleyecek sözümüz yok. Ama bunu İslam’a mal etmek ve kötü bir imajla resimlendirmek büyük haksızlıktır. Kendini Müslüman diye tanımlayan üç-beş eli kanlı teroristin İslam dünyasına kestirdiği faturanın bedeli işte bu kadar ağırdır!
Bazı Batılı yazar ve düşünürler, kasıtlı olarak veya iyice araştırıp incelemeden İslam’a ve onun yüce peygamberine karşı haksız isnatlarda bulunmayı adeta bir takıntı haline getirmişlerdir. İslam’ı ve Müslümanlığı önyargısız bir şekilde anlama gayreti göstermeden, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan Müslümanların hayat tarzlarını, davranışlarını ele alarak olumsuz bir kanaat sergiliyorlar. İslam’ın evrensel mesajını bir tarafa bırakarak, belli olaylar üzerinden giderek dinimizi karalamak istiyorlar. Bunun ardındaki sebep açıktır; Batı’da kiliseden koparak İslamiyet’e yönelen insanların sayısında küçümsenmeyecek ölçüde artışlar vardır. Bu artış kiliseyi tedirgin etmektedir. Son yıllarda Müslüman dünyasına ve özellikle de ülkemize yönelik misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaşmasındaki sebep bu panikten ileri gelmektedir. Bir sevgi ve barış dini olan İslam’ın imajını kanlı terör olaylarıyla zedeleyip, Hıristiyanlığın yıldızını parlatmaya çalışıyorlar.
Oysa Müslümanlık, Peygamberimizin güzel tabiriyle ‘Bütün insanları Allah’ın iyalı’ olarak gören bir dindir. İyal ev halkıdır, yani bütün dünyayı ev halkı olarak görüyor ve evin reisi olarak da (mecazi anlamda) Yüce Yaratıcı’yı zikrediyor. Şu halde, dünyada yaşayan bütün insanlar hangi dine, hangi ırka, hangi renge sahip olurlarsa olsunlar, Allah’ın ev halkındandır. Bununla ilgili Kuran’da ayetler vardır. Beş vakit namazda okuduğumuz Fatiha’nın ilk ayeti ‘Rabbülalemin’dir. Bütün alemlerin sahibi ve terbiyecisi. Hıristiyan’ın da, Musevi’nin de, Mecusi’nin de, Zerdüşt’ün de, Budist’in ve Ateist’in de. Allah’ın kurduğu düzen bu. Kuran diyor ki: ‘Eğer isteseydi Allah, bütün insanları tek bir din üzerine yaratırdı.’ Hepsini Müslüman yaratırdı. Ama farklı farklı yaratarak birbirimizle tanışmamızı, kaynaşmamızı, O’nun verdiği nimetleri barış, sevgi ve dostluk içinde paylaşmamızı istemiştir.
Kuran-ı Kerim, 15 asır öncesinden sesleniyor: ‘Ey kitap ehli, geliniz, sizinle bizim aramızda ortak olan tek bir sözde birleşelim.’ Nedir o söz? Allah’tan başkasına kullak yapmayalım, O’na ortak koşmayalım ve birbirimizi ilahlaştırmayalım. İslam’ın ilk zamanlarında ve onu izleyen devirlerde, kitap ehli (Yahudi ve Hıristiyanlar) ile Müslümanlar arasında çok iyi ilişkiler vardı. Peygamberimiz, hasta olan bir Hıristiyan’ın evine gider, onun hatırını sorar, şifa dilerdi. Hatta bir gün, otururken bir Yahudi cenazesi geçiyor, Peygamberimiz ayağa kalkıyor, diyorlar ki: ‘Ey Allah’ın Resulü, bu cenaze bir Yahudi’ye ait.’ Onlara şöyle cevap veriyor İslam’ın muazzez peygamberi: ‘O bir insan değil mi?’ İşte, insana insan olduğu için değer veren din; kendini bu dinin mensubu olarak tanımlayanların masum insanların kanına ekmek doğraması mümkün müdür? Onlar önce bu dinin ‘Bir insanın canına kıyan, bütün bir insanlığın canına kıymış demektir’ hükmünün getirdiği bir gazapla cezalandırılacaklardır. Çünkü İslam, öldürmek için değil, yaşatmak için var olan bir dindir.
Haçlı Seferleri, önce dinler arasındaki bu sevgi kuşağını yıkmıştır. Allah’ın ev halkı arasına kanı ve gözyaşını sokmuştur. Kendini Müslüman diye tanımlayan, İslam’ın ruhundan habersiz kişilerin bıraktıkları kan izlerinden giderek yüce dinimizi yargılamaya kalkışanlara şunu hatırlatmakta yarar görüyoruz: Bir köhne zihniyeti yeniden dirilterek çıkış yolu bulmak mümkün değildir. Terör, Allah’ın ev halkını, yani bütün insanlığı hedef almış bir musibettir. Onunla birbirimizin imajını karalamadan, el ele tutuşarak, oklarımızı aynı hedefe yönelterek başa çıkabiliriz. Masum insanlık, herkesten bunu bekliyor!
SORALIM ÖĞRENELİM
Soru: Ölü neden beyaz kefene sarılır? Beyaz olmasının hikmeti nedir?
Ata KESKİN - BURSA
Cevap: Beyaz kefen, ölünün tamamen Allah’a teslim edildiğini sembolize eder. Bu haliyle ölü kutsal Kabe’yi ziyaret eden hacılara benzemiş olur.
Soru: Şiiler ile Sünniler arasındaki ayrılık nedenlerini açıklar mısınız?
Ferhat ALP-İZMİR
Cevap: Sünnilerle Şiiler arasında başta Şehadet kelimesi olmak üzere, temel itikadi konularda görüş ayrılığı yoktur. Bu iki mezhep arasındaki farklılıklar, yönetme biçiminde, bazı ayetlerin yorumlarında ve hukuki (içtihat) uygulamalardadır. Bu konuda yazılmış kitaplardan daha geniş bilgi edinebilirsiniz.
Soru: Hz. Peygamber’in çok sevdiği sahabelerden Suhayb-Rumi’nin Anadolu’dan gittiği doğru mu?
T.Z.-İZMİR
Cevap: Peygamberimizin çok sevdiği ve hakkında övgü dolu hadis rivayet olunan Suhayb-i Rumi’nin Anadolu asıllı olduğu, hatta Çorum’da makamının bulunduğu bazı tarihi kaynaklarda yer almaktadır. Zaten Rumi sözünden de Arap asıllı olmadığı anlaşılmaktadır.
Soru: Hacer-ül Esved’in gökten indirildiği doğru mudur?
Yasin SAFFET-İZMİR
Cevap: Hacer-ül Esved’in Cebrail tarafından gökten indirildiği yolundaki rivayetler asılsızdır. İbrahim Peygamber, tavafta başlama noktasını belirlemek için Türkçesi ‘siyah taş’ anlamına gelen Hucer-ül Esved’i oraya koymuştur.
Soru: Yolculukta namaz kısaltmadan kılsak olur mu?
İlyas EZE-İSTANBUL
Cevap: Peygamberimiz yolculukta dört rekatlı farz namazlarını kısaltarak iki rekat olarak kılmıştır. Ebu Hanife kısaltmanın mutlaka yapılması gerektiğini söylerken, İmam-ı Şafii ‘İsterse kısaltır’ demektedir. Yani tam kılınırsa günahkar olunmaz diyor. Burada önemli olan Peygamber’in uygulamasıdır.