YURTDIŞINDA yaşayan bir vatandaşımız, İslam’da her mekánda ibadet edilebileceğini belirterek soruyor: "O halde camiye ne lüzum var? Bu kadar çok cami yapılacağına okul ve hastane yapılsa daha iyi olmaz mı?" Bugünkü yazımızda vatandaşımızın bu sorusunu ele alırken, aynı yönde gönderilmiş diğer soruları da cevaplandırmış olacağımı ümit ediyorum.
Önce "cami" kavramı üzerinde duralım: Kelime olarak "birleştiren, bir araya getiren" anlamına gelen cami, terim olarak, "Herhangi bir ayrım ve istisnaya tabi tutulmadan bütün müminlerin bir araya geldikleri, omuz omuza, diz dize, gönül gönüle kaynaştıkları, elem ve sevinçleri paylaştıkları, yüce Mevlamızın manevi huzurunda dua ve ibadetlerini, samimi yalvarış ve niyazlarını bütünleştirerek eda ettikleri kutsal mekán" demektir.
* * *
Camiler, bütün insanların, maddi güç, ırk, unvan ve makam söz konusu edilmeksizin, yüce Yaratan’ın huzurunda eşit şartlarda ibadet ettikleri kutsal huzur mekánlarıdır. Şüphesiz orada, fakiri zenginin, memuru amirin, işçiyi patronun önünde ibadet ederken görmek mümkündür.
Camilere ibadet kutsiyetinden dolayı "Beytullah" (Allah’ın evi) da denilmiştir. Zira, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de; yeryüzünde inşa edilen ilk beyt’in "Kábe" olduğu bildirilmiştir. Bu anlamda yeryüzündeki bütün cami ve mescitler Kábe’nin birer şubesidir.
Camide namaz kılınır, dua edilir, Kur’an okunur, vaaz ve nasihatlarda bulunulur, gönüller aydınlatılır, ruhlar kötülüklerden arındırılır, kalplere Allah, Peygamber, vatan, millet ve insan sevgisi ile güzel ahlak nakşedilir, bilmediklerimiz öğretilir, irfanımız yükseltilir. Bu yönde camilerimiz; bir Batılı şarkiyatçının da ifade ettiği gibi halk mektepleridir. Birlik ve beraberliğimizin ilham kaynağı, feyz odakları olan camiler, gönüllerin birleştiği, kaynaştığı, temizlendiği şifa merkezleri, dünyevi sıkıntıların aşıldığı, streslerin atıldığı huzur evleridir.
Tarihi seyrine baktığımızda, yalnız İslamiyet’in değil, bütün dinlerin mabede büyük önem verdiği görülür. Esasen tarihin hiçbir döneminde mabetsiz toplum olmamıştır. İlkel kabile din ve toplumlarında dahi mabetler yapılmış ve bunlar kutsal sayılmıştır. Şanlı ecdadımız gittiği her yerde, dinlerinin mabedini kurmuş, Türk-İslam medeniyeti ve sanatının eşsiz abidesi olan cami ve minareleri yükseltmiştir.
Şurası su götürmez bir gerçektir ki; mabetsiz bir din düşünülemez. Camiler bu ülkenin tapu senetlerine vurulmuş silinmez mühürlerdir. Kurtuluş Savaşımızın cesur sesi Halide Edip Adıvar şöyle diyor:
"Artık tamamıyla karar verdim ki uzun minareleri olmayan, hiç olmazsa kulelere benzeyen uçlar yükselmeyen şehirlerin güzelliğini anlatamam. Toprak yığınlarından yapılmış, çöl ortasına atılmış en zavallı köyümüzün bile arkasında, havanın değişen renklerinde, bazen başını kaldıran beyaz ve ince bir minare, yalçın ve küllük olan yerlerde bile bir güzellik, bir sanat, bir heyecan abidesi oluyor."
Söz buraya gelmişken, büyük şair Názım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı yıllarında işgalci bayraklar altında bir ıstırap abidesi gibi duran Ağa Cami’nin bu durumuna isyan eden dizelerini almadan geçemeyeceğim:
"Havsalam almıyordu bu hazin hali önce;
Ah, ey zavallı mabet, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım,
Allahımın ismini daha çok candan andım.
.....
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir arkadaş bulurdun, ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu! Rabbimize git, dile,
Sana hürmet etmeyen bu mukallit mahalle
Bir gün harap olmazsa Türk’ün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!.."
Bu güzel dizelerin üstüne söylenecek söz yok. Soru soran okuyucularımın şu merakını da gidermek isterim: Hepimizin bildiği gibi camileri halkımız yapıyor. "Neden bu kadar çok cami?" yerine, "İhtiyaç olan yerlere yapılsa daha iyi olmaz mı?" sorusunu ikame etmek belki daha doğru bir yaklaşım olabilir. Elbette okul ve hastanelerimizin sayısı da ihtiyacımıza göre çoğaltılmalı. Ama hangisi diğerinin yerini doldurabilir?
SORALIM ÖĞRENELİM
Sünni inançta Yezit’e lanet okumak caiz görülmemiştir. Halbuki Yezit sefihliği, zulmü, gaddarlığı ve haksızlığı ile şöhret bulmuştur. Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’i de şehit etmiştir. Bunu açıklar mısınız?
Tayyar C./HATAY
Sünni alimlerden de Yezit’e lanet okuyanlar olmuştur. Örneğin; büyük bir İslam alimi olan Sadettin-i Taftazani, Akaid Şerhi’nde "kim demiş ki Yezid’e lanet caiz değildir? Bal gibi caizdir. Allah’ın laneti Yezit’e, avenesine ve yardımcılarına olsun" demektedir. İmam Gazali’nin görüşü ise şudur: "Bir adam Yezit’e lanet etmekle sevap kazanmış olmaz. Şeytana bile lanet okumaktansa zikir, istiğfar, dua ve Kur’an tilaveti gibi şeylerle uğraşmak daha iyidir." Gazali’nin bu sözü doğrudur. Müslüman, şuna buna lanet yağdıran, söven, küfür ve hakaret eden bir kişi değildir. Müslüman, nezih bir lisana sahip olmalıdır. Yoksa, hiçbir Müslüman zulmün ve gaddarlığın sembolü olan Yezit’i ve onun icraatını savunma gibi bir hatanın içine düşmez.
Tevrat’ta Lut Peygamber’in içki içip kızlarıyla cinsel ilişkiye girdiğini okudum ve ürperdim. Böyle bir şey olabilir mi?
Ş.A./ALMANYA
Peygamberler model şahsiyetlerdir. Onların zorunlu birtakım nitelikleri vardır. Bunlardan birisi de "ismet" sıfatıdır. Yani, peygamberler korunmuşlardır. Onlar günah işlemezler. Peygamberlerden başka masum yoktur. Dolayısıyla, Lut Peygamber’e isnat edilen bu çirkinliği İslam şiddetle reddetmektedir.
Namaz kılmaya başladım, evimde bir köpeğim olduğu için namazımın kabul olmayacağını söylüyorlar. Bu konuda bana bilgi verir misiniz?
Nilüfer ASLANOĞLU
Evin içinde köpek beslemek sağlık açısından hoş görülmemiştir. Köpek beslediğiniz için namazınızın kabul olmayacağı yolundaki iddialar temelsizdir.