İslam dünyasını bekleyen tehlikeler

IRAK’ta beklenen oldu. ABD’nin müdahalesiyle başlayan süreç, Saddam’ın tartışmalı infazıyla birlikte daha da şiddetlenerek ülkeyi Sünni-Şii çatışmasının alevleri içinde bıraktı. O güzelim Bağdat şehri şimdi tam bir virane.

Her tarafından dumanlar ve ateşler yükseliyor. Sokaklar, kardeş çatışmasının yerlere düşürdüğü kanlı ve yanık cesetlerden geçilmiyor. Ülkeye demokrasiyi hákim kılmak istediklerini söyleyenler, bölünmenin ve iç savaşın kapılarını ardına kadar aralamış oldular. Girdikleri kapıdan kendileri bile çıkamıyorlar. İkinci bir Vietnam bataklığı içinde çırpınıp duruyorlar.

Bunun, Ortadoğu coğrafyasını yeniden şekillendirme planının bir parçası olduğu, artık herkes tarafından ifade edilmeye başlandı. Ortaya çıkarılan birtakım gizli raporlardan da anlaşılıyor ki, tek merkezli güç, bölgede yakın müttefikinin rahatlatılması ve istikrarı adına pek çok ayrıntı üzerinde çalışmış. Yazılanlar doğru ise Atlantik’ten Pasifik’e uzanan geniş coğrafyada kanlı iç savaşlara, etnik çatışmalara, mezhep ve iktidar çatışmalarına yol açacak büyük planın hedefleri içinde İslam dünyası başlı başına bir başlık oluşturuyor.

* * *

Yine, ortaya çıkarılan Batı ve Ortadoğu kaynaklı bazı raporlara bakılırsa; İslam dünyası için tam bir kaos senaryosu öngörülüyor. Önce Sünni-Şii bölünmesi yaratılacak. Halen Irak ve Lübnan’da sahneye konulan oyunlar bunu yeterince açıklıyor. Yine ayrı bir raporda, Lübnan’ın tam anlamıyla parçalanıp beş ayrı bölgeye ayrılması içerisinde Mısır, Suriye, Irak ve Arap Yarımadası da bulunuyor. Lübnan gibi, Suriye ve Irak’ın etnik ve dini bölgelere ayrılması öngörülüyor.

Ardından, Arap-Arap olmayan, laik-fundamentalist ayrışmaları körüklenecek. Yani İslam kendi içinde ne kadar ayrışma noktası bulunabilirse o kadar ayrıştırılıp son tahlilde aynılaştırılmış bir inanç mihverinde "ılımlı İslam" modeli kabul ettirilmeye çalışılacak. Bu modelin laboratuvarı ise Türkiye olacak. Bu da, İslamcı bir iktidarın işbaşına getirilmesi ve desteklenmesiyle kotarılacak. Sanırım, projenin bu ayağı harfiyen uygulanmaktadır.

İncil, Tevrat ve Kur’an’ın karışımından oluşan 77 surelik "Gerçek Furkan" adlı "kutsal kitap"larının bile hazırlandığı artık bir sır değil. Aynı proje çerçevesinde, Müslüman ülkelerden bir din adamı topluluğunun yakında bir ülkenin başkentine götürülüp yeni İslam modeli için seferber edileceği de öne sürülen iddialar arasında. Artık cuma hutbelerinin bile bu merkezler tarafından izleneceği, din derslerinin okullardan kaldırılmasının isteneceği, El-Ezher gibi İslam üniversitelerinin eğitim müfredatlarının yabancı akademisyenlerin öncülüğünde yeniden belirleneceği yazılıp çiziliyor.

Sıkı durun; bu raporlarda halifelik makamının yeniden ihyasına dair ayrıntılara dahi yer verilmiş. Bir yanında Fener Rum ve Ermeni Patriği, diğer yanında Hahambaşı olan, ortasında Müslüman bir din adamının bulunduğu "dinlerarası halifelik makamı"ndan söz edenler var! Bütün bu ayrıntılar yan yana, alt alta konulduğunda İslam dünyasını bekleyen tehlikenin boyutunun ne kadar büyük olduğu gözler önüne seriliyor.

Buna karşın, yine bu coğrafyada bütün bu olup bitenlere karşı sağduyunun oluşturduğu ortak bir savunma refleksi meydana getirme çabaları da yok değil. Şunu herkes kabul etmelidir ki, mezhep ya da etnik bazlı kutuplaşmalar Ortadoğu’nun felaketi demektir. Böyle bir çatışmanın kavurucu ve yok edici sonuçları olacaktır. Yapılması gereken şey, bu felaketi durdurmaktır. Önce Irak’taki çatışma ve kaosu ortadan kaldırmanın yollarını aramak gerekir. İslam adına ister Sünni, ister Şii olsun, masum insanları katletme hakkı kimseye verilmemiştir.

Aralarında içtihat farklılıkları olsa bile her iki grup İslam dairesi içindedir ve kıble ehlidir. İslam topluluğunun mensuplarıdır. Bombalar, bu grupların mezheplerine bakmadan sırf Müslüman oldukları için başlarına düşüyor. Sünni, Şii... Her ikisi de kardeştir. Birinin diğerinin canına veya malına kastetmeye kalkışması haramdır. Başta İslam Kalkınma Teşkilatı olmak üzere, Müslümanların önde gelen siyasetçileri ve alimleri bu konuda kendilerine düşeni yapmalıdırlar.

* * *

Ne yazık ki, bir yanda kan akarken, öte yanda anlaşılmaz bir suskunluk ve hareketsizlik gözlenmektedir. Bunun sonu nereye varır, kestirmek zordur. Ortadoğu’da mezhepçilik ya da milliyetçilik temelinde bloklaşmak, tehlikelerin en büyüğüdür. Bunda ne Türkiye’nin, ne İslam ülkelerinin, ne de dünya barışının menfaati vardır. Ortadoğu’da yapılması gereken şey, İslam Kalkınma Teşkilatı şemsiyesi altında, İslam’ın birliği, bütünlüğü için aradaki ihtilafları ortadan kaldıracak kapsamlı çalışmalar yapılmasına, söz konusu projeleri çökertecek ortak bir fikir ve eylem planı hazırlanmasına ve tüm dünyayı içine alan bir barış projesinin hayata geçirilmesine emek ve zaman harcamaktır.

Muhammed İkbal, Müslümanlara "Denize dalıp dalgalarla mücadele etmelerini, bir pars kalbi ile bir şahinin tecessüsüne sahip olmalarını" tavsiye ediyor ve şu sorularla hepimizi yakamızdan silkeliyor:

"Irmağında fırtınalar kopmuyor niçin?/Niçin gerçekten Müslüman değilsin, niçin?/Boşuna takdir-i İlahiden şikáyet ederken,/Sen niçin Allah’ın takdiri olmuyorsun niçin?"

İslam dünyası, önüne kurulmuş bulunan bu tuzaklara basmama basiretini artık göstermelidir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Bazı tarikat mensupları, yüzlerine ve vücutlarının çeşitli yerlerine şiş vuruyorlar. Bunu da keramet olarak nitelendiriyorlar. Bu konuda ne dersiniz?

Muzaffer MERCAN/ERZURUM

Öncelikle şunu ifade edelim ki, İslamiyet, kerametlere, olağanüstü şeylere o kadar büyük bir önem vermemiştir. İslam’ın esaslarına göre insandan zuhur eden olağanüstü hallerin dinle ilgisi yoktur. Bir adam havada uçsa, su üzerinde yürüse, ateş yalasa, karnına şiş soksa, ateş üzerinde yürüse, göğsüne kılıç saplasa, bu onun dindarlığını veya Allah’a ulaşmış bir zat olduğunu göstermez. Nitekim, manyetizm, hipnotizma işlerinde maharetli olan Hint fakirleri vs. birçok insan aynı gösterileri yapabilmektedir. Bunlara dini bir paye vermek doğru değildir.

Bazı insanları davranışlarından dolayı küfürle itham etmek doğru mudur?

Lale GÜNDOĞAN/KOCAELİ

Davranışların ne olduğunu açıklamamışsınız. Bu konuda şunu söyleyebilirim: Müslümanlıkta en zor bir şey varsa o da bir insanı dinsizlik veya káfirlikle itham etmektir. Düşünce tarzını beğenmediğimiz, meşrebimize uygun görmediğimiz kimseleri kıymetten düşürmek bize pek kolay gelmektedir. Bir insandan yüzde 99’u küfre, yüzde 1’i imana delalet eden bir söz veya hal sadır olursa onun imanına hükmetmeliyiz. Bu tür önyargılarda bulunmak insana günah yüklemekten başka bir işe yaramaz. Bu tür karalamalardan sakınmak lazım.

Bazı hocalar kabir ziyaretinin gereksiz olduğunu söylüyorlar. Bu doğru mu?

Sibel ÖZGÜR

Bu konuyu daha önce de cevaplandırmıştık. Hz. Peygamber, kabir ziyaretini ilk zamanlar yasaklamış, tevhid inancı yerleştikten sonra da izin vermiştir. Ölümü hatırlamak amacıyla mezarları ziyaret etmekte bir sakınca yoktur. Ancak, ölülerin ruhundan medet ummak gibi hatalara düşülmemelidir.

Bir eve bir kurban yeter mi?

Ali MERDAN

Evet, bir ev halkından bir kurban kesmek yeterlidir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in uygulaması da böyle olmuştur. "Bir eve bir kurban káfidir" demişlerdir.

Bir arkadaşım gayrimüslimdi, öldü. Onun cenaze törenine katılabilir miyim?

Necdet BUMİN

Bu bir insanlık görevidir, katılabilirsiniz.
Yazarın Tüm Yazıları