Eleştiri kültürü üzerine

DÜŞÜNME ve ifade yeteneği, Cenab-ı Hakk’ın biz insanlara bahşettiği en büyük lütuflardan birisidir. İnsanlar arasında sağlıklı ve sürekli bir işbirliği, ancak açık, dürüst ve hoşgörülü bir iletişimle sağlanabilir.

Bu da karşılıklı güvenle olur. Karşılıklı bilgi, duygu ve görüş alışverişi korkmadan, çekinmeden paylaşılabiliyor; insanlar fikirlerini birbirlerine rahatça aktarabiliyorlarsa, yöneticiler yönetilenlerin eleştirilerine sabır ve hoşgörü ile karşılık verebiliyorsa o toplum geleceğe güvenle yürüyen bir toplumdur.

Eleştiri kültürü böyle bir toplumda gelişir ve yol gösterici bir mahiyet kazanır. Çünkü eleştiri, kişisel gelişmenin ve başkalarını da geliştirmenin en etkili yolu ve yöntemidir. Karşısındakini yakmak, yıkmak, bitirmek amacıyla değil, yol göstermek, moral ve ilham vermek amacıyla yapılmalıdır. Eleştiri, dozunda ve terbiye sınırları içerisinde yapılırsa bundan memleket idaresi açısından da çok önemli faydalar hasıl olur. Yöneticiler, yapılan bu tür eleştirilerden yararlanmasını bilirlerse hem kendileri için, hem ülke ve toplum için yararlı sonuçlar üretilir.

***

Bugün, içinde yaşadığımız toplumda eleştiri ve eleştiriyi algılama kültürü ne yazık ki gereğince hazmedilememiştir. Eleştirilerde zaman zaman dozun arttığı, seviyenin düştüğü durumlar olabildiği gibi, yapılan haklı ve uyarıcı eleştirilere tahammül sınırlarının giderek daraldığı ve nezaket dışı bir üslupla karşılık bulduğu haller de sıkça görülebilmektedir.

Bunun örneklerine son zamanlarda daha çok basın ve medya dünyasında, yönetenler ve yönetilenler adına kamuoyu oluşturma görevini üstlenen basın ve medya mensupları arasında rastlanmakta, bu ilişkiler kimi zaman mahkeme koridorlarına uzanan bir süreçle son bulmaktadır. Oysa günümüzde yönetenler ile yönetilenler arasındaki en etkili iletişim aracı medyadır ve bu araç her zaman çok sağlıklı bir işleyişe muhtaçtır. Karşılıklı tehdit ve baskı yöntemleriyle gidilecek yerin bir çıkmaz sokak olduğu ise açıktır.

En geniş ifade özgürlüğünün bundan on beş asır önce İslam dini tarafından insanlara bahşedildiğini hatırlamakta yarar vardır. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette, hür düşüncenin önemi vurgulanmış, insanın aklını çalıştırması istenmiştir. Hz. Muhammed’in uygulamalarında da ifade özgürlüğüne verilen önemi görmekteyiz. O, sahabe-i kiramın görüşlerine her zaman açık olmuştur. Bedir Savaşı’nın başlamasından hemen önce görüşünü aldığı Habbab İbn-i Munzir’in gazvedeki konumlarının iyi olmadığı yolundaki uyarısını dikkate alarak yerlerini değiştirmiştir.

İfade özgürlüğünün edep sınırları içinde olması gerektiğini ifade etmiştik. En’am Suresi 108. Ayet’te, "Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler" buyruğu iki yönlü bir uyarı getirmektedir. Yüce Allah onlara hem tahrikten kaçınmalarını söylüyor, hem de İslam dininin başka görüşlere ne denli açık olduğunu gösteriyor.

Eleştiriye tahammül göstermek, aynı zamanda bir erdemliliktir. Bunun en güzel örneğini de Peygamberimiz vermiştir. Bir gün, Peygamberimiz ashabına bir şeyler taksim ediyordu. Bir adam geldi ve Peygamberimize, "Ya Resulullah! Adalet üzere hareket et!" dedi. Peygamberimiz de, "Ben adil olmazsam, kim adil olabilir?" buyurdu. Bu hadiseyi izlemekte olan Hz. Ömer, adama çok kızdı ve dedi ki: "Ya Resulullah! Müsaade buyurursanız, şu adamın kellesini uçurayım." Ömer’in bu sözü üzerine Resulullah, "Hayır bırak!" dedi ve incitilmesine izin vermedi.

Ebu Said el-Hudri, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen bir zattı. Peygamberimizin, "Halktan korkup hakkı söylemekten kaçınmayın, bildiğiniz ve gördüğünüz hakkı söyleyin" hadisini kendisine düstur edinmişti. Hudri demiştir ki: "Bu hadis beni, bineğime atlayıp, Muaviye’ye kadar gidip kulaklarını doldurmaya sevk etti." Nitekim, Muaviye’nin huzuruna kadar çıkarak beğenmediği tavırlarını eleştirmiş, eleştirilerini sıraladıktan sonra geri dönmüştü.

***

Hakkı söylemekle ilgili bir başka abide örnek de Halife Harun Reşid’in dostu Süfyan-ı Servi’nin davranışıdır. Harun Reşid, halife olduktan sonra bu arkadaşına bir mektup yazar ve biraz da sitem ederek der ki: "Herkes geldi, biat etti, alacağını aldı. Halbuki benim gözlerim hep seni aradı." Süfyan, gelen mektubu, "Bir zalimin yazdığı mektuba el süremem" diyerek öğrencilerinden birisine okutur, cevabını da aynı káğıdın arkasına yazdırır:

"Harun, halife oldun. Kapına adamlar koydun. Halkın parasını eşe-dosta peşkeş çektin. Beni de bu işe şahit tutmak için yanına çağırıyorsun. Unutma, bir gün Rabbinin huzuruna çıkacak ve bütün bu yaptıklarından hesap vereceksin!" Harun Reşid mektubu alıp okudu. Hıçkıra hıçkıra ağladı. Sonrasında her fırsatta bu mektubu getirtip okudu ve ardından da şöyle söylendi: "Senin gibi dost, esas bu günlerimde benim yanımda olmalıydı. İşte o zaman inhiraftan, kaymaktan kurtulmuş olurdum."

Bilmem, anlatabildim mi?

SORALIM ÖĞRENELİM

"Kur’an’da her şey açıklanmıştır" deniliyor. Peki, her aradığımızı onda bulabilir miyiz? Bu konuya bir açıklık getirir misiniz?

Melahat MUTLU/İSTANBUL

Kur’an’da her şey vardır, şeklindeki anlayış genel prensipler açısındandır. Yoksa her ayrıntı elbette Kur’an’da yer almaz. Kur’an bir ansiklopedi değildir. Örneğin; Kur’an’da adalet kavramı üzerinde durulur, ancak mahkeme sistemi, mahkeme usulü belirtilmez. O, zaman ve mekána göre şekillenir. Kur’an’da şöyle denilmektedir: "De ki: Denizler mürekkep olsa ve 7 misli de yedekte bulunup yazılsa denizler tükenir de Rabbin kelimeleri tükenmez." Onun için Yüce Allah’ın ilmini yazılmış sınırlı şeylere hapsetmek doğru olmaz. Kur’an genel prensipler vazeder, bu prensipler içerisinde zamana ve mekána göre içtihat yapmak suretiyle hükümler çıkarmak da Kur’an’ın teşvik ettiği bir husustur. Önemli olan o genel prensiplerden uzaklaşmamaktır.

Bazı kimseler vaazlarında öyle bir İslam anlatıyorlar ki onu yaşamak mümkün değil. Bu konuda ne dersiniz?

Fikret ALSUNGUR/İSTANBUL

İslam, rahmet olarak insanlara gelmiştir. Daha önceki dinlerde var olan ağır yükleri kaldırmıştır. Gücümüz ölçüsünde yükümlülük getirmiştir. Onda hoşgörü ve kolaylığı bulabiliriz. Aşırılıktan kaçınmış ve kaçınmamızı istemiştir. Hemen birçok ayette zorluğa değil, kolaylığa işaret etmiştir. Siz İslam’ı sağlam kaynaklardan okursanız bu hakikati görürsünüz.

Bir ilmihal kitabında Hz. Peygamber’in bir hadisine dayanarak köpeğin yaladığı kabın yedi kez yıkanması, 8’incisinde ise toprakta ovalanması yazılı. Bu hadis olduğuna göre buna uymamız gerekmez mi?

Adil TAŞTAN/RİZE

O dönemde toprak, alternatifi olmayan bir temizlik malzemesi idi. Topraktan daha temizleyici bir madde bulunsaydı şüphesiz Peygamberimiz onu önerirdi. Bugün çeşitli temizlik malzemeleri var. Onlarla yıkarsanız hadise uygun hareket etmiş olursunuz. Çünkü hadisin maksadı temizliktir. Bu tür hadisler, zaman ve mekán unsuru ihtiva eden hadislerdir. Bunu böyle değerlendirmek lazım.
Yazarın Tüm Yazıları