DİN ve siyaset, insan ve toplum gerçeğinin iki ayrı yönü üzerinde etkiye sahip olan, biri ilahi menşeli, diğeri de beşeri karakterli olan iki önemli olgudur.
İnsanlık tarihi boyunca her iki olgunun kendi sınırları içinde bireysel ve toplumsal hayatı etkileyerek şekillendirdiği görülmektedir.
Din kurumu ile siyaset müessesesinin arasındaki ilişkinin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir ve günümüzde de bütün canlılığı ile müşahede edilmektedir. Güncel tartışmaların önemli bir kısmını, din-siyaset ilişkisi teşkil etmektedir.
* * *
Tarih sahnesine çıktığı zamandan beri bütün dinlerin gayesi, insanı, Allah bilincine ulaştırmak, ona kendini yaratan yüce yaratıcıya karşı şükran borcunu idrak ettirmek ve onu dünya hayatında doğruya, iyiye, güzele yönlendirmek suretiyle hem bu dünyada, hem de ahrette mutluluğa eriştirmek olmuştur. Bu itibarla, bütün semavi dinler, insanların önüne öncelikle inanç ve ibadet esasları koymuş, bunlara ilave olarak insanı dünya ve ahret hayatında yücelterek insani ve ahlaki değerler ve kurallar getirmiştir. Öte yandan, insanlar birer sosyal varlık olarak yaratılmıştır. Toplu halde ve toplum içinde yaşamak zorundadırlar. Bu nedenle dinler aynı zamanda gönderildikleri çağın ve toplumun seviyesine göre, insanlar arasındaki sosyal ilişkilere de yön veren ahlaki prensipler vazetmiştir.
Siyasete gelince; bu sistem en yalın anlamıyla insanların devleti yönetme sanatıdır. İnsanlar devletin yönetimine, bilgi ve tecrübe birikimlerine paralel olarak geliştirdikleri yönetim modelleriyle talip olurlar ve bunun için bir dizi faaliyetin içine girerler. Başka bir ifadeyle insanlar, yönetmeye talip oldukları toplumun siyasal, ekonomik ve sosyal sorunlarını nasıl çözüme kavuşturacaklarını halka anlatır ve halktan aldıkları destekle önerdikleri modelleri uygulamaya koyarlar.
* * *
Din ile siyaseti yukarıda zikredilen özellikleri itibarıyla karşılaştırdığımızda, dinin insanları en genel anlamıyla dünya ve ahret saadetine ulaştırmak için gönderilmiş ilahi kaynaklı prensipler manzumesi, siyasetin ise çoğu zaman ideolojilerin yön verdiği devleti yönetmek üzere insanlar tarafından üretilmiş kurallar sistemi olduğu görülür. Demek ki din kutsalı, siyaset ise seküler alanı temsil etmektedir. Her iki alanın birbirine karıştırılması, daha somut bir ifadeyle dinin siyasi hesaplar uğruna istismar edilmesi, kutsal olanla olmayanın birbirine karıştırılması, dinin aşkın boyutunun maddi alana indirgenmesi demektir.
Dinin siyasete alet edilmesi demek, yüce ve samimi din duygularının siyasi amaçlara ulaşmak için kötüye kullanılması, istismar edilmesidir. Dinin hatırına üretilen siyasetin, yani siyasi bir modelin benimsenmesi ve uygulanması, aksi takdirde günaha girileceği fikrinin telkin edilmesidir. Hiç kimsenin kendi fikrini başkalarına dayatmaya, bunun için dinsel gerekçeler üretmeye hak ve salahiyeti yoktur. Dinin koyucusu Yüce Allah'tır, tebliğcisi ise Hz. Peygamber'dir. Bunun haricinde din adına kutsallıklar üretmeye kimsenin hakkı bulunmamaktadır.
Bireysel ve toplumsal yaşamımız açısından dinden vazgeçmek asla mümkün değildir. Din fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir amildir. Ahlaki bir müessese olarak insanlara yön veren ve kişiyi içten kuşatan, kucaklayan bir disiplindir. Din anarşinin, haksızlığın, adaletsizliğin, zulmün, şiddetin, terörün, cehaletin düşmanıdır. Dini duyguları zayıflamış, manen çökmüş toplumların varlıklarını devam ettirebilmeleri oldukça güçtür.
Ancak dini duyguların istismarı da oldukça tehlikeli sonuçlar doğuran bir vakıadır. Ne yazık ki İslam tarihi boyunca din-siyaset ilişkisi her zaman istenilen düzeyde yürütülememiş, zaman zaman çatışmalar da yaşanmıştır. Din-siyaset ilişkisinin her biri kendi sınırında kaldığı dönemlerde ise, insanların daha mutlu ve güvenli oldukları görülmüştür. Esasen toplumlarda ortaya çıkan mücadele ve çatışmaların en temelinde ekonomik ve siyasi çıkar elde etme saikleri yatmaktadır.
* * *
Şu halde din; kendi alanı içinde insanları hayra sevk ederken, siyaset alanı da kendi sınırları içinde ürettiği çözümleri insanların beğenilerine sunmalı, dinin yaptırım gücünü olayın içine karıştırmamalıdır. Hiç kimsenin kendi ürettiği bir düşünceyi, dinin kutsal alanından yararlanarak başkalarına kabul ettirme hakkı bulunmamaktadır. İnsanların dini hassasiyetlerinden faydalanmak, dine karşı en büyük saygısızlıktır. Kuran-ı Kerim'in de yerdiği bir davranıştır. Aynı zamanda kolaycılıktır. İnsanları ikna etmek yerine dinin gücünden yararlanarak inandırmaya çalışmak, doğru ve ahlaki normlara uygun bir davranış tarzı değildir.
SORALIM ÖĞRENELİM
Hacı olmak için bir başkasını vekáleten hacca göndermek doğru mu?
Hatice ŞEN/ANKARA
Hac hem beden hem de mal ile yapılan bir ibadettir. Ölüm, hastalık veya yaşlılık gibi hallerde, bizzat gidilerek yerine getirilmesi mümkün olmadığından, vekil gönderilmek suretiyle fariza yerine getirilir.
Anne ve babamın adına sevabını onlara bağışlamak üzere hacca gitmeye karar verdim. Kurbanı onların adına mı kendi adıma mı kesmeliyim?
Cevdet KAÇ/ALMANYA
Hac ve umreyi birleştirirseniz haremde bir kurban kesmeniz gerekir. Tabii bu kurbanı siz kendi adınıza keseceksiniz, çünkü haccı yapan sizsiniz.
Lotodan çıkan parayı ne yapmalıyım?
A.A./İSTANBUL
Lotodan çıkan parayı okul, yol gibi kamu hizmetine veya çeşitli hayır kurumlarına vermenizi tavsiye ederim.
Günümüzde bazı kişiler selefilik mezhebinden olduklarını söylüyorlar. Selefilik nedir, hakkında bilgi verir misiniz?
Salih TANOR/İSTANBUL
Selefiye, sahabe ve onları takip eden devirde yaşayan Müslümanlara denilir. Selefiye, Ahmet Hanbel'in görüşleri ile değer kazanıp İbn-i Telmiye ile kavrama değişik görüşler ilave edilmiş, Muhammed Abdülvehhab ile de aşırı bir yön kazanmıştır. Bugün bu görüşte olanlara Vehhabi denilmektedir. Günümüzde Vehhabilik inanç açısından Suudi Arabistan'ın resmi görüşüdür. Selefiye anlayışının en belirgin özelliği, inanç alanında akla rol vermemek, ayet ve hadisle yetinmek, manası açık olmayan, bu sebeple de başka manalara gelme ihtimali bulunan ayet ve hadisleri yorumlamadan bunları bilmeyi Allah'a havale etmektir. Selefiye farklı anlama ve yorumlamaya açık ayet ve hadisleri aklın ışığında yorumlayan kelamcıları ve filozofları, ayrıca keşif ve ilham ışığında yorumlayan sufileri ağır biçimde eleştirmiş, bu gruptakileri sapıklıkla suçlamıştır. Günümüzde dünya Müslümanlarının yüzde 12'si selefidirler. En yoğun oldukları yerler Suudi Arabistan, Kuveyt ve Körfez ülkeleridir.