DAR-ÜL İslam ve dar-ül harb kavramları, İslami literatürde bir ülkenin dine referansla kimliğini tayin ve tespitte kullanılan iki kavramdır.
Bu iki kavram aynı zamanda ülkemizde genellikle yanlış anlaşılan kavramlar arasında yer almaktadır. Özellikle devletin yönetim şekli gerekçe gösterilerek zaman zaman bu kavramlar üzerinde tartışmalar yapılmakta, çoğu zaman zımnen bazen de açıktan olmak üzere Cumhuriyet dönemiyle birlikte ülkemizin artık bir İslam ülkesi olma özelliğini yitirdiği şeklinde fikirler öne sürülmekte, böylece halkımızın zihni karıştırılmaktadır.
Her şeyden evvel bu kavramlar Kuran-ı Kerim'de yer almamaktadır. Hz. Peygamber de yaşadığı dönemde böyle tasnife gitmemiştir. İslam hukuk literatüründe dar-ül İslam kavramı, nüfusun müslim veya gayrimüslim, az veya çok olmasına bakılmaksızın, ‘‘Müslümanların hakimiyeti altındaki yer’’ veya ‘‘Müslüman devlet başkanının hüküm ve sultasının yürürlükte olduğu ülke’’ anlamına gelir.
Dar-ül harb kavramı ise, ‘‘İslam siyasi hakimiyetinin sınırları dışında kalan ve yönetim şekli İslam ilkelerine uymayan ülke’’ şeklinde tarif edilmiştir. Buna göre, dar-ül İslam Müslümanların, dar-ül harb de İslam dışındaki devlet ve yönetimlerin hakimiyet alanını ve yönetim şeklini ifade etmektedir.
* * *
Herhangi bir devletin İslam yurdu olma özelliğini kaybetmesi, ancak o ülkenin İslam hakimiyetinden çıkarak gayrimüslimlerim hakimiyetine girmesi ile mümkün olur. Bunun göstergesi de, ülke üzerinde egemenlik haklarının tamamıyla gayrimüslimlere geçmesi ve Müslümanların can ve mal güvenliğini bütünüyle yitirmesidir.
dar-ül harb ilk bakışta ‘‘kendisiyle Müslümanların savaş halinde olduğu ülke’’ manasını çağrıştırıyorsa da, esas itibarıyla dar-ül İslam'ın dışında kalan yabancı ülkeler anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla kelimenin sözlük anlamından hareketle bazı Batılı yazarların maksatlı bir şekilde ileri sürdüğü Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkilerinde barışın değil savaş halinin esas olduğu, ayrımın da bundan kaynaklandığı şeklinde görüşün isabetsizliği açıktır. Gayrimüslim ülkelere dar-ül harb adının verilmesi Müslümanların bu ülkelere karşı takındığı savaşçı ve saldırgan bir anlayışın sonucu değildir. Tarihe baktığımızda durumun bunun tam da aksine olduğu görülmektedir. İslam'ın ilk dönemlerinden beri, İslam dünyası ile gayrimüslim dünya arasında meydana gelen bütün savaşlarda gayrimüslimler hep saldırgan taraf olmuştur. Öyle ki Hıristiyanlar için Müslüman memleketlerin istila ve fethedilmesinin dini bir vecibe olduğu şeklindeki anlayış asrımızın başlarına kadar itibar görebilmiştir. Halbuki bütün dönemlerde bir İslam devletinin gayrimüslim devletlerle olan ilişkilerinin temelinde savaş değil barış esas hareket noktası olmuştur. İlahi irade tarafından bu dinin barış anlamına gelen İslam diye isimlendirilmiş olması da oldukça anlamlıdır.
İslam her şeyden önce insanlar arası inanç ve fikir ayrılıkların tabii olduğunun altını çizmektedir (Hud,118). Bu inanca sahip bir Müslümanın kendisi gibi inanmayanlara kin duyarak, sırf bu yüzden savaş açacaklarını düşünmek makul olamaz. Kuran mal, mülk edinme yahut hakimiyet amacıyla kan dökmeye asla müsaade etmemektedir.
* * *
Bu açıklamalarımız ışığında ülkemizin durumuna bir göz atacak olursak şunları söyleyebiliriz: Her şeyden önce Türkiye siyasal bağımsızlığı olan ve halkının tamamına yakını Müslüman olan bir ülkedir. Ülkemizde İslam dinini merkeze alan, ilk ve ortaöğretim kurumlarında mecburi olan din eğitimi programı uygulanmaktadır. Resmi okullarda din adamı yetiştirilmekte, üniversitelerde de İslam dini hakkında yüksek araştırmalar yapılmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğü anayasal düzeyde garanti altına alınmış, dinin istismarı yasaklanmıştır. Vatandaşlara İslam ahlakını benimsetmek ve ibadet yerlerini yönetmek üzere 80 binin üzerinde devlet kadrosu tahsis edilmiştir. Dini törenlerin ihlali ve dince kutsal sayılan değerlere ve din adamlarına saldırı suç kabul edilmiştir. (TCK; 175-177). Bu itibarla bütün bu özellikleriyle diğer İslam ülkelerine örnek olacak konuma yükselmiş bulunan ülkemizi, dar-ül İslam'ın dışındaki herhangi bir kavramla tanımlamak mümkün değildir.
Ülkemizin dar-ül harb olduğu iddiası dini ve ilmi dayanaktan yoksun olup, aynı zamanda insanlarımızı kamplara bölecek, çeşitli huzursuzluklara sebep olabilecek tehlikeli ve zararlı bir yaklaşımdır.
SORALIM ÖĞRENELİM
Soru: Özel bir şirkette çalışan bayanım ve çalışmak zorundayım. İşyerim namaz kılmaya müsait değil. Yatsıdan sonra ben de kılamadığım namazların hepsini kılıyorum. Bu konudaki görüşünüz nedir?
E.O/Ankara
Cevap: Namazları vakitlerinde kılmak için bir imkan araştırın. Hiç değilse öğle ile ikindiyi akşam ile yatsıyı birleştirerek kılın. Bu da mümkün değilse yatsı namazından sonra hepsini kılın ve yüce Allah'tan af dileyin. Sakın namazı terk etmeyin.
Soru: Dini vecibelerimi yerine getiren bir bayanım. Hac bana farz oldu. Ancak başörtüsü kullanmıyorum. Hacdan sonra da kullanmak istemiyorum. Hacca gitmeli miyim?
Aysel Ünlü/Eskişehir
Cevap: Allah'a karşı sorumlu duruma düşmemek için farz olan hac ibadetini yerine getirmelisiniz. Hacdan sonra başınızı örtmeme kararınız, hac ibadetini terk etmeniz için gerekçe olamaz.
Soru: Mekruh ne demektir?
İsmail Safa/İstanbul
Cevap: Mekruh hoş görülmeyen, çirkin şeyler anlamına gelir.
Soru: Dört sene önce ölen zihinsel engelli erkek kardeşimin mezarına vefat ettiğinde annemin gömülmesi caiz midir? Cinsiyet farkı sakıncalı mı?
Ayşen Karagöz/İstanbul
Cevap: Bir mezara iki ölünün gömülebilmesi için ya yer sıkıntısı gibi bir zorunluluğun bulunması veya ölünün toprak olması gerekmektedir. Kardeşinizin ölümünün üzerinden dört yıl gibi bir zaman geçtiğinden (toprak olduğundan) annenizin aynı mezara gömülmesinde bir sakınca yoktur. Cenazelerin cinsiyetlerinin farklı olması önem arz etmez.
Soru: Boy abdesti alırken ojeler çıkartılmalı mıdır? Oje ile namaz kılınır mı?
Hale/İstanbul
Cevap: Boy abdesti alırken ojeler çıkartılmalıdır. Oje ile namaz kılınır.