Paylaş
Kapı çalıyor. Evde herkes birbirine bakıyor. Evde yok taklidi yapmak isterdik ama bunu da bu dönemde kimse yemez. Birimiz kanepenin yanında duran tüfeği alacağız, kapıyı açıp, çalanı vurup geri kapatacağız gibi bir haller var üzerimizde. Bir cesaret açıyorum ve gördüğüm manzaradan hiç hoşlaşmıyorum.
Kargocu gelmiş, üç metre öteden TC kimlik numarası soruyor. Köpek maması sipariş etmiştim, o gelmiş; tuvalet kâğıdı yerine önlemimizi buradan aldık biz. Numarayı veririz, o kolay da bu paket! Allah bilir nerelere değdi! Yerdeki paketi ayağımla içeri iti itiveriyorum. Uzman tavsiyesine uyarak ayakkabımı paspasın üzerinde bırakmak için bir yandan ayakkabıdan sıyrılırken bir yandan da eşikte olduğundan bana engel teşkil eden paketin üzerinden atlamam lazım. Ayakkabıdan zarifçe yaylanarak sıyrılıp, paketi atlayıp evin içine konuyorum. Güzel, burayı sorunsuz geçtik.
Paket nasıl açılır?
Peki, şimdi paketi nasıl verimli bir şekilde açacağız, ‘bunun prosedürü neydi’ diye düşünürken bir anda burnumun ucuna bir çift kullan-at lateks eldiven geliyor. ‘Eş’ başkan, sağ olsun her şeye hazırlanmış. Kendimi savaş zamanında başbakanı Winston Churchill olan İngiltere gibi şanslı hissediyorum. Hem kısa, orta, uzun vade önlem paketi hem de kullan-at eldiven paketi var kendisinin. Paketi karantina talimatnamesine uygun biçimde açıp köpek mamaları koleksiyonumun içindeki yerine koyuyorum.
Dışarıdan eve kendimiz dahil bir şey sokma meselesi haricinde bir derdimiz yok şimdilik. Konjonktür herkesi evine kapatıp ‘arada şöyle bir hava almaya çıkın, kimseye yakın geçmeden seansı kapatıp geri dönün’ moduna sokunca, benim hava almalarımın da pek bir özelliği kalmadı. Hayvanı mecburi olarak çıkarmak gerekiyor. Onunla da arada boş sokakları arşınlıyoruz. “Bak kızım, mahallemiz popülerliğine popülerlik katmadan önce aslında büyük ölçüde böyleydi, sen bilmezsin” falan diye konuşuyorum köpek bireyle. Nasıl olsa görüp de “Aaa herif deli deli konuşuyor” diyecek insan da yok. Dönüşte hayvanı da sapık gibi çitileyip sokuyorum içeri.
Henüz sıkılmadık
İnsanlar evde sıkılıyormuş, bizde öyle bir durum yok valla çok şükür. Daha sanal müze gezecek ya da online eğitimle bu yaştan sonra makro iktisat teorisine falan merak saracak kadar sıkılan çıkmadı hanede. Sokağımızda şarkı söyleme işine giren de hâlâ olmadı. Hatta tam tersi bir durum oldu müzikal anlamda. Haftada bir gün, akşamları hafif çakırkeyif bir biçimde yokuştan aşağı salınan ve salınırken de 10. Yıl Marşı söyleyen bir beyaz yakalılık mağduru kardeşimiz vardı, o geçmez oldu. Yan komşum ‘ev konseri’ gibi kabul edilemez bulduğum ama ‘boomer’ derler diye sesimi çıkaramadığım bir aktiviteye giriyordu. Giremez oldu. Ben bunu camdan sokağa müzik yapmaya çevireyim noktasına önünde sonunda getirebilir... İnşallah, o bunu akıl edene kadar karantina işleri biter.
Evde kaldık şaşkınım!
Aslında itiraf etmek gerekirse ben hâlâ topluca evde olduğumuza biraz şaşkınım. Bu iş ilk çıktığında, şirketlerimizin yaptıkları işlerin hayati tehlikesi olan küresel salgından, iptal edilen dev global organizasyonlardan, çekimlerini durduran Universal’dan falan daha büyük ve önemli olduğunu düşüneceklerini, dolayısıyla da herkesi toplu taşımayla ofise toplamaya devam edeceklerini, masalara da birer dezenfektan bırakıp işi çözeceklerini öngörmüştüm. Çoğu beni yanılttı, yanıldığıma da sevindirdi. Arada hâlâ 70 kişiyi 70 metrekareye doldurup çeşitli işler yaptırma peşinde olanlar görüyorum, onlara da alabildiğine çamaşır suyu kokan evimden Allah akıl fikir versin diyorum.
Paylaş