Paylaş
Bu seçim kampanyasında parti sözcülerinin söylediklerini, propaganda yöntemlerini, kullanılan sloganları alın ve bunları 1950’lerin, 1960’ların seçim kampanyalarına taşıyın, şaşırırsınız. Bunları, geçmişin seçmenleri hiç yadırgamazlardı.
- Vatanı sattınız!
- Bütünlüğümüz ve rejimimiz tehlikede!
- Birkaç kişiyi sallandırsak her şey değişir!
- İç ve dış düşmanlar bizi kuşattı!
Ankara Atatürk Lisesi’nde bir edebiyat hocamız vardı. Aruzla şiir yazardı. Fakat bu şiirlerinde mesela “tayyare” kelimesini kullanınca, çağdaş şiir yazdığını düşünürdü.
Bunun gibi, ha köy kahvesinde seçmene hitap etmişsiniz, ha televizyonda konuşmuşsunuz. Söyledikleriniz eski oldukça, kullandığınız kitleye ulaşma yönteminin değişmesi ne anlam ifade eder ki?
Eski bilgiler
Yönetim kuramcısı Drucker, “Yeni Örgütler Toplumu”nu anlatırken, şöyle der:
- Her örgüt değişimin yönetimini kendi yapısının içine yerleştirmelidir. Birincisi her örgüt, yapmaya alışık olduğu her şeyi terk etmeye hazır olmalıdır.Yöneticiler her süreçte “Bugün bildiklerimizi geçmişteki o zaman bilseydik, buna gene başlar mıydık” sorusunu sormalıdırlar. Eğer bu sorunun cevabı “Hayır” ise, örgüt o zaman “Öyleyse şimdi ne yapacağız?” sorusuna cevap aramalıdır.
Örneğin kronik “Güneydoğu sorunumuz”un çözümsüzlüğünü 2007 yılındada “bölücü terör” içerikli olarak ele almak durumundaysak, buna 1920’lerdeki veya 1990’lardaki gibi “asalım” söylemi içinde çözüm sunmak, gerçekten akılcı mıdır?
Veya kronik sermaye eksiği olan bu ülkede yerli ve yabancı sermayenin Türkiye’ye yatırım yapması için yöntemler aranırken, siyasette rakip parti sözcülerinin “Sattırmam-Satarım” içerikli tartışmaları 1950’lerde de, 1980’lerde de aynı gergin üslup içinde sürdürmeleri, sosyo-politik bir karabasan değil midir?
Her şey değişir
Eğer bazı kurumların değişmediğini bunların dış görünüşündeki değişmezliğe bakarak düşünüyorsanız, yanılırsınız. Yine Drucker’in gözlemlerini hatırlayalım:
- 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD ordusu kadar aynı kalmış bir örgüt görülmemiştir. Üniformalar, rütbeler aynıdır. Ama biliyoruz ki, silahlar, askeri doktrinler ve kavramlar, ordunun örgütsel yapısı, komuta biçimi, ilişki ve sorumluluk ilişkileri hızla temelden değişmiştir.
Bize bakarsanız askerin hiç değişmediğini söylerken, “Askerin siyasete müdahale biçimi bile değişmiştir” derseniz, Druckervari bir gözlem olmaz mı bu?
Özetle, “çağdaş ve ileri” olmak tehdit ve tehlikeler listeleri yapmak yerine, çağdaş ve ileri olanı anlamayı gerektiriyor. “Üniter-egemen devlet”in yeni gerçeği, “çoğulculuk”tur. Globalleşme, bir tehdit değil, çağdaş bir gerçektir. Burada ulusal davaları, evrensel gerçeklerle uyumlu kıldığınız ölçüde var olabiliyor, gelişiyor, özgür ve müreffeh oluyorsunuz.
2007 yılındaki söylemleriniz, geçmiş hiç yaşanmamış gibi temcit pilavından oluşan bir mönüyü sürekli seçmene sunmaktan başka bir şey değilse, sizi en iyi Karaca Ahmet ve Zincirlikuyu mezarlıklarındaki seçmenler anlayacaktır.
ŞAKA
Bi dudaktan, bi yanaktan…
Programına katıldığı Seda Sayan'ı yere yatırarak öpen Özcan Deniz “Elimi kapatarak öptüğüm bir şovu çok abarttılar. Seda benim çok uzun yıllardır arkadaşım. Onu seks ya da cinsellik duyguları içinde öpmedim” demiş...
Özcan Deniz böyle diyecek yerde, “Bi dudaktan, bi yanaktan, bi gıdıktan öperdim. Şimdi burada olsam onu da affederdim” diye şarkısını mırıldanmaya başlasaydı, daha hoş olmaz mıydı?
Yanlış model seçimi
2’nci Dünya Savaşı’nın bittiğinden habersiz uzak okyanus adalarında düşmanın gelmesini bekleyen Japon askerleri, bizim politikacılar için daha ilgi çekici model oluşturuyor.
Oysa Japonların “Kaizen” denilen ve değişime uyumun kurallarını formüle eden felsefeleri model alınsa, sosyo-politik yaşamımız çok farklı olurdu. Kaizen modelinde her kuşak kendi başarısını geliştirmenin yollarını sonraki kuşağa öğretir. Bir ürün ya da hizmet her iki yılda bir bütünüyle yenilenir hatta değiştirilir. “Buluşçuluk” (Innovation) sistemli süreç haline getirilir.
Paylaş