Paylaş
Geçmişi ya “eski kavunlar ve karpuzlar ne kadar lezzetliydi” diye hasretle anabilirsiniz. Ya da “tarih” olgusunun ışığında dünü değerlendirip, bugüne dersler aktarabilirsiniz.
Ama dünya hiç değişmemiş gibi dün yaptığınızı bugün de devam ettirmeye kalkışırsanız, başınıza olmadık işler açılabilir. Eğer bu yaptığınız ülkenizin dirliğini ve düzenini de etkiliyorsa, toplumsal felaketlere bile sebep olabilirsiniz.
“Ergenekon Çetesi Dosyası” tutuklama kararları ile kovuşturma aşamasına geldiğine göre, bu konu üzerinde yorum yapmak hukuki açıdan daha fazla mümkün artık.
Basına yansıyan haberlere göre, “Ergenekoncular”ın planı iki aşamalıymış. Önce suikastlar ve kargaşa ile ülkede anarşi ortamı yaratılacakmış. Bu ortam sonucunda da ordu duruma müdahale edip darbe yapacakmış.
Bu proje geçmişte uygulandı
Biliyoruz ki bu planın benzerleri geçmişte de Türkiye’de sahnelendi. Ayrıca ordu “kardeş kavgasını önlemek üzere” darbeler de yaptı.
Bu durumda, dün uygulanabilen bir planın bugün neden uygulanamaz olduğunu da irdelemek gerekiyor.
“Dün”ün en büyük özelliği global bir kamplaşmanın var olmasıydı. Amerikan ve Sovyet bloklarındaki ülkelerde, derin devlet adına hareket edenler her türlü “rutin dışı” işleri yapabilirlerdi. Blok patronları ise bunların komünizmi veya emperyalizmi önlemek için yapıldığını kabullenip, onaylarlardı. Önemli olan yapılanları “bizim çocuklar”ın yapmış olmasıydı.
Şimdi durum farklı.
Bu farkı fark edemeyen akılları kısa ihtirasları uzun politikacılar ve devlet fonksiyonerleri, ülkelerini felaketlere sürüklediler.
Yugoslavya’nın politikacıları ve generalleri, kanlı bir iç savaş sonucu ülkelerinin parçalanmasına sebep oldular. Irak’ın Saddam’ı rejimini de ülkesini de felakete sürükledi. Taliban Afganistan’ının bugünkü hali ortada.
İttihatçılar örneği
Bizim yakın tarihimizde “çağ değişimi”nin farkına varmayan İttihatçı kadro da, içeride darbe yapmakla dışarıda macera aramanın aynı şeyler olduğunu zannedip, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu hazırlamamışlar mıydı?
Bütün bu yaşanılanlardan ders almak meselesine gelince.
Sovyetler Birliği çöküp dağıldığından beri dünya siyaseti yeniden yapılanıyor. İdeolojilerin yerine inançların, üst kimlikler yerine alt kimliklerin ikame edildiği bir “geçiş dönemi” bu. Ortada ne Birleşmiş Milletler’in hukuku kaldı, ne de bağımsız devletlerin birbirlerinin iç işlerine müdahale etmeme ilkesi kaldı.
İç kargaşaların sahnelendiği stratejik konumdaki ülkelere bazen “Barış Gücü” bazen de “NATO Gücü” adı altında, işgal orduları gönderiliyor. Bu ülkelerin sınırları yeniden çiziliyor, ulusal birlikleri dağıtılıyor.
Tek çözüm demokrasidir
Yani Türkiye’ye dönük olarak “önce kargaşa çıkartıp anarşi ortamı yaratırız, sonra da darbe yaparız” içerikli plan yapanlar, Türkiye ve dünya gerçeklerini düşünürlerse, ülkelerini ne büyük risklere konu ettiklerini de belki görebilirler.
Bugün hepimizin, iktidarı, muhalefeti, medyası ve aydınları ile herkesin sırtında böyle sorumluluklar var.
Türkçü-Kürtçü, dinci-laikçi, Sünni-Alevi benzeri kamplaşmalara oynayıp bundan siyasi veya entelektüel rant bekleyenler de, “çeteleşmemiş Ergenekoncular” olarak kolayca nitelenebilir.
Bağımsızlığımızın, bütünlüğümüzün ve güvenliğimizin güvencesi çağımızda, laik, demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasidir. Dış dünya konjonktürü farklılıkları zaten kaşıyor. Biz içeride farklı olanların birlikte yaşamalarını mümkün kılacak uzlaşmaları yaratmaya çalışmalıyız.
Şaka
Türbana karşı aşure mi?
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Karacaahmet Cemevi'ndeki“aşure günü”ne katılmış aşure yerken ve şöyle demiş:
-Aşure, birbiriyle dayanışma içinde olma zorunluluğunun bir simgesi. Simge diyorsan, işte al sana en güzel simge, aşure simgesi. Dostluk ve kardeşlik simgesi, barış simgesi, yaşadığımız acıyı tada dönüştürme simgesi.
Ne dersiniz?
“Türban”a karşı “aşure” mi?
Bakarsınız anayasaya “her çeşit besinleri sevenler kamu hizmetlerinden eşit yararlanır” benzeri bir maddenin koyulması da önerilir.
Anayasa moda dergisine dönüştürülmeye çalışıldığına göre, neden yemek dergisine benzemesi de düşünülmesin ki?
Paylaş