Paylaş
Başlangıcı ve sonu bilinmeyen evrende, bilebildiğimiz kadarıylatek gezegende canlılar var.
Yani “yaşamak” denilen ikramiyenin çıkması trilyonda birden az bir ihtimal evrende. Böcekler, çiçekler, balıklar ve hayvanlar yanında insanlara da vurmuş bu ikramiye.
Şimdi biz annesi 3 Ocak’ta yoğun bakıma girip beyin ölümü gerçekleşen 6 aylık cenin “yaşasın mı-yaşamasın mı” konusunu tartışıyoruz.
Vücudu yaşatılan ama beyni yaşamayan annesinin rahmindeki canlı bir ay daha direnebilir ve hem doktorlar hem de babası ceninin “yaşama hakkı”na saygılı olurlarsa, sezaryenle doğurtulup, yaşamına dünya yüzünde de devam edecek.
Ölü bir annenin doğurduğu bir bebek olmak varmış demek kaderinde.
Yaşamaya başlamadan önce yaşadığı bu serüven, acaba ilerideki hayatında onun bilincinde ne gibi izler bırakmış olacak?
Belki o da bizler gibi Nazım Hikmet’e falan takılıp, “Yaşamaya Dair”den mısralar okuyacak:
Yaşamaya Dair
“Bu dünya soğuyacak,/ yıldızların arasında bir yıldız,/ hem de en ufacıklarından,/ mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,/ yani, bu koskocaman dünyamız./
Bu dünya soğuyacak günün birinde/ hatta bir buz yığını/ yahut ölü bir bulut gibi de değil,/ boş bir ceviz gibi yuvarlanacak/ zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız./ Şimdiden çekilecek acısı bunun/ duyulacak mahzunluğu şimdiden./ Böylesine sevilecek bu dünya/
‘Yaşadım’ diyebilmen için…”
Ama şu anda kimse bu tür şeyleri düşünmüyor.
Rahimdeki ceninin babası için olay “Bebeği aldıktan sonra da 30 gün daha bekletecekler. Günlük 1000 YTL hastane masrafı toplam 60 gün için 70-80 bin YTL yapıyor. O kadar parayı nereden bulacağım?” noktasına kilitli…
Hukukçular açısından ise “Doktorlar sağlıklı doğabilecek iken bu çocuğu öldürürlerse suç işlemiş olurlar. Baba annenin yaşam destek ünitesinden çıkartılarak, bebeğin de ölümüne neden olacak bir talepte bulunursa ‘suça teşvik ve azmettirmek’ suçlarını işlemiş olur” çizgisindeki bir mesele var gündemde.
Bu bebek yaşamalı.
Yaşamak şakaya gelmez
Yaşamalı ve ileride Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirini okurken, neden yaşamak gerektiğini derinine düşünmeli:
“Yaşamak şakaya gelmez,/ büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın/ bir sincap gibi mesela,/yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,/ yani bütün işin gücün yaşamak olacak./ Yaşamayı ciddiye alacaksın,/ yani o derecede, öylesine ki,/ mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,/ yahut kocaman gözlüklerin,/ beyaz gömleğinle bir laboratuarda/ insanlar için ölebileceksin,/ hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için/ hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,/ hem de en güzel en gerçek şeyin / yaşamak olduğunu bildiğin halde./ Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin/ hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,/ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,/ yaşamak yanı ağır bastığından.”
İki kardeşi varmış
Üçüncü çocuğuna hamileyken komaya giren 26 yaşındaki ölü anne, çocuklarının babası ile imam nikahlıymış. Bu nedenle kızların nüfus kağıtları yokmuş ve büyük kız okul çağı geldiği halde okula gidemiyormuş.
Evet… Yine Nazım Hikmet’e dönmekten başka çare yok. Böyle durumları şairler en iyi anlar ve anlatır:
“Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,/ yani, beyaz masadan,/ bir daha kalkmamak ihtimali de var./ Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini/ biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,/ hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,/ yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz/ en son ajans haberlerini./ Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,/ diyelim ki, cephedeyiz./ Daha orda ilk hücumda, daha o gün/ yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün./ Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,/ fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz/ belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Paylaş