Paylaş
Türk-Yunan ilişkilerinin ele alındığı bir açık oturuma katılmak için, yıllar önce Atina’daydım. Konu “Ege”ye kilitlenmişti.
Birden irkildim. Ben bir Türk olarak Ege’den söz ettiğim zaman “deniz”i ele alıyordum. Yunan konuşmacılar ise, “Ege” dedikleri zaman “adalar”dan bahsediyorlardı.
Aynı kavramı farklı biçimde algılamak, sade uluslararası anlaşmazlıkları kronik hale getirmiyor. İç siyasette de buna benzer durumlar çoktur. Bu bakımdan Türk siyasetindeki ve idaresindeki aktörlerin “rejim” kavramı üzerinde bir ortak tanıma varmaları, siyasi gerginlikleri azaltabilir.
Benim milletim
Geçen salı NTV’de Can Dündar’ın “Neden” programına konuk olan Prof. Dr. Şerif Mardin de, bu soruna şöyle yaklaştı:
- Türkiye’de Başbakan “Benim milletim” diyor, aynı zamanda ulusalcılar da “Benim milletim” diyor. Galiba aynı şeylerden bahsetmiyorlar. Başbakan “Benim milletim” dediği zaman aynı hayatı yaşayan insanların birliği gibi bir şeyden bahsediyor. Ulusalcı “Benim milletim” dediği zaman da bir nevi bir kamu haritasından bahsediyor. Bunlar tamamen birbirlerinden farklı olan şeyler ve bir takım zımni anlamalara bağlı oldukları için politikada ortaya çıkmıyor. Fakat Türkiye’de bu ikiliğin ki bu ikiliğin olduğunun önemli olduğuna inanıyorum, altını çiziyorum, araştırılmasının gerektiğine inanıyorum.
Şerif Mardin’in bu programda vurguladığı bir başka önemli nokta da eski kavramlar ve tanımlamalarla yeni durumları anlamanın imkansızlığıydı.
Eski sağ ve sol
Şöyle demişti özetle:
- Grupların oluşmasında biz “sağ ve sol” kavramlarını kullanıyoruz. Bunlar Türkiye’de grupların oluşmasına sebep olan öğeler değil. Baştan itibaren sanıyorum ki bir kere bu sağ ve sol kavramlaştırmayı ortadan kaldırmamız lazım. Bunlar belki gruplaşmanın belirli bir yüzdesinin anlaşılmasını temin ediyor. Meselenin esası başka kavramlarla anlaşılabilir gibi geliyor bana. Bu kavramlar nelerdir? Bir zamanlar ben icat etmiştim, “merkez ve çevre” diye. Türkiye’de şimdiye kadar kullandığımız kavramların dışında bir şekilde kavramlaştırılması gereken bir şey var ve bunu daha geliştiremedik.
Şerif Mardin’in bu tahlillerinden giderek, belki medyadaki bir kesim gözlemcilerin, seçim sonuçlarını aynı toplumda yaşayan başka gözlemcilerden neden çok farklı tahmin ettiklerini de anlayabiliriz.
Belki bazılarımız toplum kesimlerinin bize söylediklerini dinlerken, anlatılmak istenileni duymaya değil, anlatılanların kafamızdaki eski şablona uymalarına ağırlık veriyoruz.
Duyulanı anlamak
Rahmetli Ahmet Ertegün, yıllar önce bir Karadeniz seyahatinde başına gelenleri anlatmıştı. Ertegün ve Amerikalı arkadaşları, Ani Harabeleri’ni görmek üzere ciplerle bir Karadeniz köyünden geçerken duruyorlar. Ciplerin içindekiler birbirleriyle harıl harıl İngilizce konuşuyorlar. Ertegün de, yolda gördüğü köylüye, “Burada bakkal var mı, içecek bir şeyler alabilir miyiz?” diye aracın penceresinden soruyor. Köylü Ertegün’ü dinler gibi görünüyor ama kulağı aracın içinden gelen İngilizce konuşmalarda olduğu için, Ertegün’e “Sen anlamaz benim dediğimi, sen Türkçe bilmez” falan diyor.
Ahmet Ertegün ne kadar Türkçe konuşsa da, köylü onun Türkçe konuştuğunu duymuyor. Aracın içindeki İngilizce konuşmalara kilitleniyor.
Ne dersiniz? Türk siyasetinin yeni yapılanmasını ve söylenilenleri anlamaya çalışmakta yarar yok mu?
ŞAKA
Kafa karışıklığının ilacı yoktur…
Şimdi bazı kesimlerde moda, seçim sonuçlarını “Seçmenlerin yüzde 47’si AK Parti’ye evet demiş olsa bile, seçmenlerin yüzde 53’ü de hayır demedi mi?” şeklinde yorumlamak. Ancak kendilerini yüzde 53 içinde görenler, “CHP-MHP- DTP-DP-GP” karması bir siyasal yelpazenin neresinde konuşlanacakları konusunda henüz karar veremediler.
Not: Kendilerini CHP’li olarak görüp MHP’ye oy veren “bilinçli” seçmenleri bu “kararsızlar”ın dışında tutuyoruz. Bu arada CHP’ye hayır diyenlerin oranının yüzde 79, MHP’ye hayır diyenlerin oranının da yüzde 86 olduğunu hatırlatmayı gerekli görüyoruz.
Paylaş