Paylaş
- Ben 27 yaşında bir delikanlıyım. Size danışmak istediğim bir şey var. Bazı kadınlar biz erkekleri baştan çıkarmak için mi, yoksa güzelliklerini ön plana çıkarmak için mi bu kadar açık giyiniyorlar?
Dr. Dümen’in bu soruya cevabı gayet vecizdi:
- Bizim ülkemizde cinsellik gençlerin ve erkeklerin aklından hiç çıkmayan bir konu. Bu yüzden kızları baştan çıkarmak için yapmadıkları numara kalmıyor. Böylesine alıcısı bol olan bir pazarda kızlarımız neden sizleri baştan çıkarmak için zahmete ve çabaya girsinler ki?... Kimse açık saçık giyinmiyor. Adı ister moda olsun, ister tercih ya da keyif, öyle giyinmek istiyorsa öyle giyiniyordur.
Bu “Doyumsuz” delikanlının sorusu da, Dr. Dümen’in verdiği cevap da, bizim bireysel ikili ilişkilerimize olduğu kadar sosyo-politik düzenimizin karmaşık düzenine de ışık tutacak niteliktedir.
Örneğin son seçimde belirli kesimlere mensup insanlar, o kesimlerdeki genel eğilimin dışındaki eğilimleri yansıtan partilere oy verdiklerini, çevrelerine açıklayamıyorlar. Hatta yalan söylüyorlar.
‘Cumhuriyet Mitingleri’ne katılımcı gönderen çevrelerden bir kişi mesela AK Parti’ye oy vermiş olsa bile, etrafına “Ben CHP’ye oy verdim” demek zorunda hissediyor kendisi.
Acaba bu “mahalle baskısı” yüzünden yalan söylemek zorunda kalanlar, “Rumuz: Pinokyo” imzası ile Dr. Haydar Dümen’e sorunlarını şöyle anlatsalar, ne cevap alırlardı:
- Ben sırtında borç ve kur riski taşıyan bir girişimciyim. Cumhuriyetin temel ilkesinin laiklik olduğunu düşünüyorum. Ama bu seçim sonucunda bir CHP-MHP koalisyonu çıkıp istikrar ve ekonomi dalgalansaydı, kesinlikle iflas edecektim. Bu yüzden AK Parti’ye oy verdim. Bu oyumun rengini çevremdekiler bilse, huzurum kaçar. Bu nedenle yalan söylemek durumunda kalıyorum. Size danışmak istediğim bir konu var. İnsanlar oylarını kendi çıkarlarını gözetmek için mi, yoksa çevrelerine hoş görünmek için mi kullanırlar?
Tabii Dr. Dümen’in bu soruya ne tür bir cevap vereceğini kestiremeyiz. Ancak akla yakın cevaplardan biri şu olamaz mı?
- Çok partili demokrasiye geçtiğimiz günden beri CHP’nin dışındaki partilerden hangisi seçimi kazandıysa, belirli çevreler laikliğin ve rejimin tehdit edildiğini söylemişlerdir. Yapılan icraat ve gerçekleşen ekonomik kalkınma yok sayılmıştır. Sonuçta Menderes idam edilmiş, Demirel iki kez darbe ile devrilmiştir. Türkiye’yi dünyaya açan Turgut Özal’ın o çevrelerdeki lakabı “Takunyalı”dır. Türkiye’yi AB üyeliği sürecine taşıyan Tayyip Erdoğan için hala “Şeriatçı” denilmektedir. Siz verdiğiniz oyu çevrenizden ürktüğünüz için gizlemeyin. Bireyler oylarını kendi çıkarlarını gözeterek kullanırlar. Eğer seçim istikrarsızlık getirip sizi de iflasa sürükleseydi, Cumhuriyet Mitingine katılanlar, aralarında para toplayıp size yardım mı edeceklerdi?
ŞAKA GİBİ
Basına değil de TMSF’ye mi güvenelim?
Fehmi Koru medyanın durumunu irdelediği Yeni Şafak’taki yazısını şu yargı ile noktalıyordu dün:
- Patronlar da medya gücünün ötesinde bir iktidar peşinde; her alanda 'tek' olmak istiyorlar... Medyalarını ideolojik saplantısı olmayanlara kapalı tutan patronların iktidarı siyasilerle paylaşma arzusu içlerini yiyip bitiriyor. Halk (okur) bu durumu elbette fark ediyor.
Çarpıcı bir örnek, TMSF güdümüne giren Sabah ve atv grubunda yaşanıyor. Büyük çaplı bir değişiklik yapılmadığı ve olağanüstü bir kampanya söz konusu olmadığı halde, gruba ait gazetelerin satışında artışlar ile atv'nin izlenilirliğinde yükselişler hemen fark ediliyor. Bunda elbette 'itfaiyeci' görevini üstlenen TMSF'ye güvenin de payı var, ama 'patronu olmayan gazete ve televizyon' imajı o güveni daha da pekiştiriyor.
Koru’nun önerdiği “güvenilirlik” modeli ilgi çekici. Demek tüm medyaya TMSF el koyarsa, hem tirajlar ve izlenilirlik oranları artacak, hem de halk medyaya güvenecek. Dileriz Yeni Şafak’ın patronu da TMSF olmaz ve bu güvenilirlik denemesini, Yeni Şafak’taki arkadaşlarımız da yaşamaz.
Paylaş