Paylaş
Atatürk Ankara’yı başkent yapmaya karar verdiğinde, çoğu İstanbullu
buna inanmamış. “Nasıl olsa yine İstanbul’a dönülür” diyerek, Ankara’nın başkentliğini geçici görmüşler. Hatta bazılarına göre Atatürk’ün 1927 yılına kadar İstanbul’a gelmemesinin sebebi de, İstanbulluların bu beklentisini kırmak içinmiş.
Bu şekilde devlet daireleri yeni başkent Ankara’ya birer birer taşınmaya başlayınca, İstanbullular önce bunu hafife almışlar. Ama işin gerçek olduğunu anlayınca da, o zamanlar uçak seferleri olmadığı için, trenlere binip devletle olan işlerini halletmek için günübirliğine Ankara’ya gitmeye başlamışlar.
İşte o eski İstanbul’da Boğaziçi, yoksulların semtiydi. Çünkü ne şimdiki gibi otomobil bolluğu vardı, ne de yol vardı doğru dürüst. Şehir hatları vapurları sabah işlerine gidenleri, akşam da evlerine dönenleri
Boğaz’ın iki yakasındaki iskelelerden alır ve boşaltırdı.
Halk ve vatandaş
O eski İstanbul’a henüz Anadolu’dan göç başlamadığı için, “Şeriat tehlikesi” de henüz kentin gündeminde değildi. Buna karşı İstanbul’un nüfusunda önemli yer tutan Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkların Türkçe yerine kendi anadillerini konuşmalarına öfkelenmeye başlamışlardı eski başkentin insanları.
Vapurda, otobüste, halka açık mekanlarda “Vatandaş Türkçe konuş” yazılı levhalara rastlanırdı.
1955’in 6-7 Eylül gecesindeki pogromla başlayan ve 1964 Kıbrıs gerginliği sonunda hızlanan süreç, sayıları 150 bine yaklaşan İstanbul Rumlarının Yunanistan’a göç etmelerine neden oldu. Atina ziyaretlerimden birinde gurbetteki bu İstanbul Rumlarından biri “Orada Rumca konuşup sizi sinirlendirirdik, burada da Türkçe konuşup bunları sinirlendiriyoruz” demişti bana.
Sonra göç başladı İstanbul’a. Eski İstanbulluların, “Halk geldi, vatandaş rahat denize giremiyor” diye dert yandıkları duyuluyordu yer yer. Göçle birlikte sanayi ve ticaret de hızla gelişiyordu.
O zamanlar Nişantaşı’nda, Şişli’deapartmanı olana “zengin” denilirdi. Derken Boğaz yalıları da el değiştirdi ve bunlar da zenginlik simgesi olmaya başladı.
Ancak yeni İstanbullularla birlikte kente, Anadolu’nun tüm özellikleri de geliyordu.
Misafir işçiler mi?
Hani Almanya’ya ve Batı Avrupa’ya 1960’larda başlayan “misafir işçi” göçü ertesinde bizimkilerle o toplumların uyum meseleleri çıkınca sosyal bilimci bir profesör “Biz Türkiye’den işçilerin gelmesini bekliyorduk. Oysa tüm sorunlarıyla birlikte insanlar geldi” demişti ya.
İstanbullular da, ancak tiyatrolarda gördükleri ve yoksullarını “amele” varlıklılarını ise “hacı ağa” diyerek hafife aldıkları insanların, 20 yıl içinde çoğunluğu da, serveti de ele geçirdiklerini görünce çok sinirlendiler.
Şimdi eskisi ve yenisi ile herkes İstanbullu artık... İstanbul’un mezarlıkları, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde doğup, burada ölenlerle dolu. Anadolu tarihinde ilk kez, İstanbul’u Anadolu taşımıyor. İstanbul da, Anadolu’nun bir kesiti şimdi.
Özetle Cumhuriyet Mitingleri de eski mitinglerden farklıydı, partilerin seçim mitingleri de eski İstanbul mitinglerine benzemiyor. Seçim sonuçları da herhalde böyle olacak.
Kısacası İstanbul İstanbul olalı, hiç görmedi böyle kafa kargaşası.
Siz de lagalugacılardan mısınız?
Tiyatro sanatçısı Levent Tülek’in bir “Lümpen Sözlüğü” hazırladığını Zaman’ın ekinde Serkan Kara ile Mehmet Rıfat Yeğen’in yaptıkları röportajdan öğrendim.
“Lümpen” sözlük anlamıyla “Ayak takımı” demek ama, Tülek’in sözlüğünde yer alan kelimeler kafa takımının da diline yerleşmiş durumda. Bunlara birkaç örnek verelim:
Entel-dantel / faça / herıld yani / kanka / kaşar / lagaluga / yersen vb.
Levent Tülek lümpence kelimelerin argodan farkını
şöyle anlatmış:
-Argo daha yerleşik, kuşaktan kuşağa geçen bir dil… Yani daha yazınsal, daha kitlelere yayılmış bir dil. Argo hep var olacak. Bir dedenin kullandığı argoyu, torun anlayabilecek. Hulki Aktunç’un “Büyük Argo Sözlüğü”ndeki bütün maddeleri yüz yıl sonra da görebileceğiz; ama lümpen sözlüğünde belki de kalıcı olamayacak bir sürü şey olacak. Çünkü çok günübirlik yaşayan bir kitlenin kullandığı bir dil.
Kullandığınız dili kontrol edin… Lümpence’nin oranı ne, anlamaya çalışın. Belki siz de lagalugacılardansınızdır.
Paylaş