Hep aynı şeyleri yazmak gerçekten bunaltıcı bir süreçtir

Tekdüze yaşamınızı sürdürürken karşınıza bir şey çıkar ve kendinize gelirsiniz ya.

Haberin Devamı

Bir okur mektubu da benim için karşıma çıkan öyle bir şey oldu geçen gün.

Sayın Gökhan Nergizoğlu Ankara’dan şöyle bir e-mail göndermişti:

- Hep aynı şeyleri yazmaktan sıkılmadınız mı? Ucuz para kazanıyorsunuz.

Bu sayın okurun uyarısının birinci bölümünün ne kadar doğru olduğunu düşündüm.

Yurtta ve dünyada başka konu yokmuş gibi, Ankara siyasetinin çıkmaz sokaklarında iktidar kavgası yapanların peşine takılıp, “Rejim tehlikede mi, değil mi” üzerinde çeşitlemeler yapmayı, çok çok uzun süredir köşe yazarlığının gereği sanıyoruz.

Bu 1930’larda da, 1950’lerde de, 1970’ler ve 90’larda da böyleydi, şimdi de böyle.

 

Büyükler de küçükler de

 

Haberin Devamı

Bu mesleği böyle sürdürdüğümüz için, çok ucuz para kazandığımız yargısına katılamıyorum. Çünkü sürekli temcit pilavına talim etmek, takılmış plak gibi aynı sesi çıkartmak, dolap beygiri gibi aynı noktanın etrafında dönmek, kolay bir iş değil. Çok yorucu, çok yıpratıcı ve insanın düşünme yeteneklerini kısıtlayıcı bir yaşam biçimi.

Sürekli kendini ve kendinden önceki kuşakları tekrar etmeye mahkum olmak, çok ağır bir uğraş. Karşılığında alınan maaşa değer mi bu, tartışılmalı.

1930’larda Serbest Fırka kurulduğu zaman da mesleğimizin büyükleri “rejim tehlikede” diye yazıyorlardı, şimdi de mesleğimizin küçükleri aynı şeyleri AK Parti için yazmıyor mu?

Oysa neler oldu, ne değişimler yaşandı 1930-2007 arasında.

Bunun halk da farkında.

“Nükleer Çağ”ı, “Gen Devrimi”ni, “Bilişim Dünyası”nı falan biz rejim tartışması meraklıları fazla önemsemiyoruz. Roma İmparatorluğu’nun çöküp dağılmasının sonuçlarını tarih derslerinin zoruyla biraz okuduk ama Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşü henüz tarih olmadığı için, bunun bize yansımalarını bile pek düşünmüyoruz.

Neler olmuyor ki 

Üst kimlik olan “Sovyet vatandaşlığı” buharlaşınca nasıl Çeçen, Gürcü, Azeri, Moldav, Ukraynalı gibi alt kimlikler “Milliyetler”e dönüştüyse, acaba bizim coğrafyada da böyle durumlar mı sahneleniyor mesela?

Haberin Devamı

Veya “mahalle baskısı”na örnek olarak gösterilen semtlerdeki insanlar, neden iftar çadırlarının önündeki kuyrukta değil de Ümraniye’deki “Media Markt”ın açılışında ucuz bilgisayar ve plazma televizyon almak için birbirlerini ezip çiğniyor?

Bunları yazmayı pek akıl edemedik galiba.

Bir de şu “Anadolu Kaplanları” ile “İstanbul Aslanları” arasındaki ilişkileri ele alabilirdik mesela. Özal’ın bilinçli şekilde teşvik ettiği “Organize Sanayi Bölgeleri” projesinin, Anadolu zanaatkarını sanayiciye, esnafını da tüccara nasıl dönüştürdüğünü irdelememiz gerekirdi.

 

Kaplanlar ve aslanlar

 

Örneğin bu “yeni sınıf”ın insanları tüketim tarzları, ticari ilişkileri, banka ilişkileri açısından, “laisizm”i doktriner bir ideoloji olarak savunan Cumhuriyet muhafızlarından daha fazla Batı’ya yakınlar. Çünkü Cumhuriyet muhafızlarına göre globalleşme bir nevi “2’nci Sevr”dir. Ama mesela Kayseri’nin o yeni sınıf sanayicisi biliyor ki AB’ye girmek kendi çıkarına. Fakat bu yeni sınıfın insanları da, özel yaşamları, başı örtülü kadınları, mensup oldukları cemaatleri ile İstanbul Aslanları’na benzemiyor.

Haberin Devamı

Gündemde ayrıca Çin’deki kapitalistleşmenin Komünist Parti güdümünde olması, Irak’ın geleceği ve benzeri sayısız konu var.

Bunlar yerine hep aynı konuya takılmak, gerçekten insanı bunaltıyor.

Bunu vurguladığı için Sayın Nergizoğlu’na teşekkür ediyorum.

Kopyası bile 20 milyon dolar ediyor…

İngiliz Kralı John tarafından 1215'te imzalanan, yargı kararı olmadan kimsenin hapse atılamayacağını ve mülküne el konulamayacağını hükme bağlayan “Magna Carta” anlaşmasının 1297’de yazılmış kopyasının, Sotheby's tarafından aralıkta düzenlenecek müzayedede 20 milyon dolara müşteri bulması bekleniliyormuş.

İngiltere’nin yazılı olmayan anayasal düzeninin temelini oluşturan ve İngiliz vatandaşlarının devlet karşısındaki haklarını ilk kez düzenleyen Magna Carta, “Hukukun Üstünlüğü”nü (Rule of Law) 800 yıl önce bu ülke “Rejim”inin temel öğesi kılmış. 1679’da kabul edilen “Habeas Corpus” ve 1689’da kabul edilen “Bill of Rights” ile, hukukun kraldan da (veya devletten) üstün olduğu, vatandaşların hukuka aykırı muamelelere tabi tutulamayacağı ilkesi, iyice pekiştirilmiş.

Haberin Devamı

Şimdi biz yeni anayasa çalışmaları dolayısıyla devlet-vatandaş ilişkilerini yeniden konuşmak durumundayız.

Bakalım 800 yıl sonra bizim hukuk metinlerimize müzayedelerde ne kadar değer biçilecek.

 

Yazarın Tüm Yazıları