Paylaş
O da Star’daki köşesinde “Eğreti Burjuvanın Eğreti Hastalıkları”nı yazmıştı geçen gün. “Eğreti burjuva etek boyu gibi, çorap deseni gibi, saç rengi gibi, ayakkabı topuklarının yüksekliği gibi, hangi hastalıkların moda olduğunu da yakından takip ediyor” demekteydi yazısında…
Gerçekten de yakın geçmişe kadar “reflü” olan var mıydı tanıdıklarınız arasında? Veya babalarınız sürekli “kolesterol”den yakınır mıydı? Eskiden ne güzel “bunama” denilirdi yaşlıların hafıza zayıflamasına. Şimdi ”Alzheimer” denilmezse ayıp kaçıyor
Prof. Dr. Küçükusta’nın listelediği “eğreti burjuva hastalıklarına aday” olan illetlerden bazıları da şunlar:
Hasta bina sendromu… Kronik yorgunluk sendromu… Janjanlı paket hiperaktivitesi… Regl öncesi disforik bozukluk… Körfez Savaşı sendromu… Fibromyalji… Huzursuz bacak sendromu… Temporomandibuler bozukluk…Cep telefonu alerjisi… İrritabl bağırsak sendromu… Sosyal anksiyete… Dikkat eksikliği sendromu…Gerilim tipi baş ağrısı…Çeşitli kimyasal maddelere duyarlılık…
Eğreti demokratlar
Aslında bu “eğreti”lik, yaşamın her alanında var. Atıf Yılmaz da Nurgül Yeşilçay’ın canlandırdığı “Eğreti Gelin”le, bu olgunun bir yansımasını işlememiş miydi?
Acaba neden kimse “eğreti demokratlar”ı ele almadı şimdiye kadar?
- Bizim kazanmadığımız tüm seçimler gayrı meşrudur.
- Çoğunluğun sahibi biz değilsek, azınlık çoğunluktur.
- Kızı başıboş bırakırsan zurnacıya, seçmeni başıboş bırakırsan ampulcüye oy verir.
- Silahlı Kuvvetler de sivil toplum örgütüdür.
- Bu halk bu demokrasiye layık değil, bu halkı feshedelim.
Bu tür söylemleri seslendirenleri “eğreti demokrat sendromu”nun varlığı ihtimali açısından ele almak gerekmez mi?
Ya “eğreti çağdaşlar”a veya “eğreti ilericiler”e ne demeliyiz?
“Magna Carta”yı veya “Habeas Corpus”u dillerinden düşürmeyen, buna karşı “Kopenhag Kriterleri”ni tehlikeli bulanlara hiç rastlamadınız mı?
Eğreti iktidarlar
Bu eğretilik toplumsal ve siyasal yaşamı öylesine derinden etkileyebilir ki, bazen bakarsınız TBMM’de tek başlarına Anayasa değiştirecek çoğunluğa sahip siyasi partiler, “eğreti iktidar”ları oluşturabilirler. Bunlar “Evde son sözü hep ben söylerim. Haklısın karıcığım, derim” diye hava basan “eğreti kazak kocalar” gibidirler.
Bu eğreti iktidarların varlığı yüzünden, her genel seçim kampanyasında iktidarlar muhalefet, muhalefetler de iktidar rolüne soyunurlar. Muhalefet partileri, sanki iktidar olmak için değil de, “rejim”i iktidarlara teslim etmemek için varmışlar gibi davranırlar. Bu arada şaşkın seçmen de, “Bari iktidarı iktidara getireyim” diye tepki oyu kullanır.
İşte böyle durumlarda eğreti burjuvaların da kafaları karışır. Çünkü onların da işleri devletle iyi geçinmelerini gerektirir. Devlet gücünün iktidarda mı yoksa muhalefette mi olduğunu kimse kestiremediği için de, herkes gözünü ve kulağını “derin devlet”e diker.
Bu tablo, eğreti burjuvanın eğreti hastalıklarından olan “reflü” ile aynı semptomları gösterir. Gündüz yediğiniz gece gırtlağınıza asit olarak geri çıkar. “Keşke Alzheimer olsaydım da bu saçmalıkları hiç hatırlamasaydım” diye iç geçirip durursunuz.
ŞAKA
Al lafı, koy rafa…
22 Temmuz seçimleri öncesinde İstanbul'daki finans çevrelerinin nabzını tutan İngiliz “The Financial Times” gazetesine göre ekonomi sektöründeki elit ve seküler kesim, CHP'ye oy verme eğilimindeymişlerse de CHP'nin iktidara gelmesini asla istemiyorlarmış. Gazeteye konuşan bir yönetici "Bizler CHP'ye oy vereceğiz; ama umarım iktidara gelmezler" diye konuşmuş.
Demek ki seçimden sonra bu kesimde verdiği oy konusunda yalan söyleyeceklerin sayısı da çok olacak.
Hani tren kompartımanında bir adam, kucağındaki sepetten çıkardığı meyveleri bir kaba doğruyor ve sonra da bunları pencereden dışarı döküyormuş. Kompartımandakilerden biri adama “Ne yapıyorsun böyle?” diye sormuş. Adam “Görmüyor musun, meyve salatası yapıyorum” diye cevap vermiş. “Ne diye pencereden döküyorsun yaptıklarını?” diye sorulunca da, “Meyve salatasını sevmiyorum, ondan” demiş.
Paylaş