Paylaş
İstanbul’da Anadoluhisarı’nda oturuyorum. Daha yakın olur diye Bodrum’a uçmak için Sabiha Gökçen Havaalanı’nı seçtim. Eski Doğu Avrupa’nın komünist ülkeleri terminallerindeki gibi, küçücük bir mekanda yüzlerce kişi, uçağa binmek için bekledik.
Beraberimdeki yakınlarım “Böyle rezalet olur mu?” diye söylenmeye başlayınca dayanamadım, müdahale ettim:
- İnsaf edin… Bodrum’a eskiden gitmek için uçak mı vardı ki? Üstelik İstanbul’daki iki havaalanından evinize yakın olan birini seçebiliyorsunuz şimdi. Bodrum’da da bir hava alanı var ayrıca…
Benim bu itirazım, bazılarının insaf duygularını harekete geçirmiş olacak ki, onlar da eski Bodrum yolculuklarını hatırladılar…
- Doğru söylüyorsun. Benzin olmadığı için karaborsadan bulabildiğimiz benzinleri bidona doldurarak bagajlarımıza atar, öyle yola çıkardık. Bazıları akaryakıt pahalı diyor şimdi. Ama en pahalı malın, olmayan mal olduğunu yaşayarak öğrendik.
Sen bunu oto san
O zaman bir Anadol arabam vardı. Karbürator şamandrası delik olduğu için ikide bir stop ederdi. Ben de cebimde tornavida taşırdım. Araba stop edince kaputu kaldırır, karbüratörün üst kapağını söküp şamandrayı çıkartır ve içindeki benzini silkelerdim. Sonra yerine yerleştirir, karbürator kapağını takıp vidalar, kaputu kapatıp yola devam ederdim. Çünkü piyasada o karbüratore uygun şamandra yoktu.
Anadol’un torpido gözünün üzerinde yapımcı firma olan “Otosan”ın arması vardı.
Bir gün rahmetli ses sanatçısı Necmi Rıza bindi benim Anadol’a… Gözü Otosan yazan armaya takıldı. Güldü, döndü bana,
- Sen bunu oto san, dedi.
Bodrum’da yine yerli yapım olan bir Ford Focus kullanıyorum. İthal arabalardan geri yanı yok, üstün yanları var.
Gündoğan’daki tatil evimden yazılarımı internetle gönderiyorum. Arada bir arıza yapsa da ADSL var Gündoğan’da. Eski Bodrum’dan telefon etmek bile pek mümkün değildi. Yabancılar Kos’a geçerlerdi ülkelerine telefon etmek için.
Rejimi koruyalım
Mavi yolculuk için bir tirandile binerdik. Buz dayanmazdı. Su ikmali ancak İngiliz Limanı’nda yapılabilirdi. Genç olduğumuz için çektiğimiz eziyete aldırmaz eğlenirdik ama, yanımıza demirleyen yabancı bandıralı teknelerin konforuna da imrenirdik.
Bugünü dünle karşılaştırırken, sakın 50-60 yıl öncesinden söz ettiğimi sanmayın. Bu anlattığım tablonun üzerinden 25 yıl ya geçti ya geçmedi.
Bol sıfırlı TL’yi hatırlıyor musunuz? Onu bile unuttuysanız, Türkiye’de kahvenin bulunmadığı, yurt dışına çıkışa iki yılda bir izin verildiği, bırakın cep telefonunu telli telefonun bile karaborsada satıldığı, sadece TRT’ye ait siyah beyaz televizyonun olduğu günleri nereden hatırlayacaksınız ki?
O günlerde ülkeyi galiba 2’nci Abdülhamit yönetiyordu. Bütün dünya için günlük yaşamın doğal öğeleri olan kolaylıkların, cumhuriyet döneminde bizim için lüks kabul edilmeleri herhalde pek mümkün değildir.
Oyunuzu kullanırken dikkat edin de “rejim”i 1980 öncesine yeniden taşımayın.
ŞAKA
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DSP-MHP-ANAP hükümeti sırasında Başbakan Ecevit’in yanında “suskun-puskun, el pençe divan” durduğu için kendisini eleştirenlere şöyle cevap vermiş:
- Başbakan Ecevit karşısında omuzu düşük şekilde yürüyen bir Başbakan Yardımcısı mı olacaktık? Elinde tespih, güvercin taklası atan, bağrı başı açık davranışlarla mı bulunacaktık? Türk’ün kültüründe, töresinde, İslamiyet’te böyle bir edepsizlik var mı acaba?
Sayın Başbakan Ecevit her şeyden evvel Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’dır. İkincisi de Türk siyasi hayatında yer etmiş değerli bir şahsiyettir, üçüncüsü de bizim yaşça büyüğümüzdür. Böyle bir üçleme içerisinde sadece birilerinin kompleksini tatmin etmek için Türk’ün töresini ve edebini yıkarak davranış bozukluğu sergilemek, bizden kimin isteme hakkı vardır?
Sayın Bahçeli haklı. Ama hiç olmazsa ilmikli bir idam ipi atabilirdi ortaya ve “töre”ye herhalde aykırı düşmezdi bu.
Paylaş