Demokrat Parti’nin yeni genel başkanının hata yapma lüksü yok…

Demokrat Parti’nin bundan sonra Türk siyasetinde yeniden ağırlığını kazanabilmesi için, yeni Genel Başkan Süleyman Soylu’nun hem çok çalışması, hem de çok düşünüp tartışması gerekiyor.

Haberin Devamı

Öncelikle “Bugün neden DYP değil de DP’yiz?” sorusuna cevap bulması şart.

Eğer “Demokrat Parti” adı kökten devletçi CHP’ye karşı serbest pazarı ve liberal politikaları savunan merkez-sağ’ın köküne inme çabalarını yansıtıyorsa, “Neden DP yerine Serbest Fırka adı alınmadı?” denilebilir.

Eğer mesele “marka” ise, DYP daha taze, daha diri ve genç kitlelerin daha fazla aşina olduğu bir marka değil miydi?

Meselenin özüne gelince…

Muhafazakarlığın da, liberalliğin de ve hatta sosyal demokratlığın da arsalarına, şu anda AK Parti “gecekondu”dan öteye yapılar inşa etmekte.

Yeni Genel Başkan Süleyman Soylu özgürlükçü, sivil ve çoğulcu merkez-sağın temsil etmesi gereken değerleri acaba yeterli kararlılıkla seslendirebilecek mi? Bunun için özelleştirmelerin, Avrupa Birliği yolculuğunun, Güneydoğu'ya sivil çözüm arayışlarının, dünyaya her alanda açılmanın bayrağını AK Parti'nin elinden almak gerekiyor.

Haberin Devamı

Yani DP ne CHP ne de MHP ile yarışmalıdır.

DP’nin rakibi AK Parti’dir ve DP seçmeni şu anda AK Parti’ye oy vermektedir.

Güneydoğu konusunda en sivil ve en yürekli çözümleri önce Mehmet Ağar seslendirmişti. Büyük enerjisi ile Anadolu’yu karış karış dolaşmıştı Ağar.

Ama bir hatası onun tüm çabalarını sıfırladı. Cumhurbaşkanı seçimi tartışmalarında CHP ve e-muhtıra ile aynı çizgiye girdi ve bu hata DP’yi bitirdi.

SonuçtaDP’nin yeni genel başkanına hata yapmasına izin verecek bir alan kalmadı.

Bakalım neler yapacak.

 

 Medya grupları öz eleştiri mekanizmalarını işlettikçe güçlenirler

Yeni yıla girdiğimiz günlerden birinde, Hürriyet’in ilk sayfasında değerli karikatürist Latif Demirci’nin beni konu alan bir çizimi yayınlandı. Bunda ben Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile aynı yatakta sabah kahvaltısı yemekteydim.

Sekiz meslektaşımla birlikte ülkenin cumhurbaşkanının konuğu olarak bir bayram sofrasına oturmuş olmamı, bir karikatürist böyle algıladığına göre güldüm.

Bu sofrada Doğan Grubu gazetelerinden bir diğerinde (Referans) yazan Cengiz Çandar da vardı. Bir medya grubunun iki gazetesinin cumhurbaşkanı sofrasında temsil edilmesi, demek böyle algılanmıştı.

Haberin Devamı

Ancak neden “yatakta”ydık Cumhurbaşkanı ve ben?

 

Çıplak ayaklı kontes mi?

 

Derken Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün çıplak ayakları okura karşı, torunları ve eşi ile birlikte king size yatakta çektirdiği yeni yılı kutlama fotoğrafını hatırladım ve “yatak”ın, Hürriyet için taşıdığı anlamın farkına vardım. Önceki günkü pazar ekinde de yine Ertuğrul Özkök, pijaması ve çıplak ayakları ile okur karşısına çıkmıştı.

Böyle durumlarda yerleşik kurumlarda öz eleştiri mekanizmaları çalışır.

Benim cumhurbaşkanı sofrasında konuk olmamı yataklık bir karikatür konusu görerek ilk sayfaya uygun gören bir yazı işlerinin, kendi genel yönetmenlerine “Kadınların baş örtüleri ile sürekli uğraşırken, çıplak ayaklarını her fırsatta gazeteye basman yanlıştır” demeleri gerekmez mi? Veya “Gazeteler yöneticilerinin babalarının malları mıdır?” denilemez miydi?

Haberin Devamı

Ama bazen en yerleşik kurumlarda bile işler çığırından çıkabilir.

Örneğin pazar günü grubun diğer bir gazetesinin (Radikal) yazarı "Bir gazeteci olarak son yazımdır" başlıklı yazısında üst yöneticilerden birinin kendisini çağırmasını şöyle anlatıyordu:

 

Kim Musa kim Tanrı?

 

- Gazetede sabahladığım pejmürde, hırpani bir günümde İsmet Berkan "Mehmet Ali Yalçındağ seni çağırıyor, bir şey teklif edecekmiş. Kabul et!" dedi. Olayın bizim gruptaki karşılığı Musa'nın Tanrı ile karşılaşmasına denk geldiği için başıma gelen Don Corleone'nin 'reddedilemeyecek teklif' kategorisinden bir şey olmalıydı.

Radikal’in bir yazarı bir yöneticiyi böyle görüyorsa, Hürriyet’in yazı işleri gözleri kamaşacağı için herhalde Ertuğrul Özkök’e bakamıyorlardı. Onun yerine çıplak ayaklarına bakıyorlardı.

Haberin Devamı

Aydın Doğan’ın basına girişini simgeleyen Milliyet’te onun ilk başyazarı olarak 7 yıl birlikte çalıştım. Aradan geçen yıllarda Aydın Doğan’ın duayen olmanın gereklerini birer birer nasıl yerine getirdiğini sevinerek izledim. Sadece Dışbank’ı satıp, devlete ve siyasete karşı bağımsız olmayı amaçlaması bile sevinmeme yeterliydi.

Dilerim bu yazımda değindiğim konular bu büyük medya grubunun öz eleştiri mekanizmalarını çalıştırır.

 

Yazarın Tüm Yazıları