Paylaş
Ama modernleşme, dünyaya açılmayı, ithalatı, ihracatı, sanayileşmeyi ve beraberinde yeni sermaye sahiplerini ve orta sınıfları da getirir. Bunlar da sonunda, devlet tekeli dışındaki kitle iletişim araçlarına, eğitim kurumlarına ve kendi aydınlarına sahip olmaya başlar.
Devlet eliyle yaratılmış,“Merkez”e bağımlı sermayenin dışındaki yeni bir sermaye sahibi kesim, kendi finansman kaynaklarını da yaratarak oluşur ve gelişir...
Modernleşme ve demokrasi
Eğer modernleşmeyi kökten-devletçi bir doktriner ideoloji biçiminde sürdürdüyseniz, modernleşme ile oluşan yeni sınıflar, bu ideolojinin anti-tezi olarak sadece ekonomide değil siyasette de güç merkezleri olarak yerlerini alırlar.
Modernleşmenin bir parçası olarak sosyo-politik yaşam tarzınıza “Demokrasi”yi de eklediyseniz, yeni sınıfların tüm özellikleri ve farklılıklarıyla birlikte, eski egemen sınıflarla ve bürokrasiyle iktidarı paylaşmaları kaçınılmazdır.
Demokrasiyi dışlayarak modernleşmeyi seçen ülkelerde, yeni sınıflar siyasal özgürlüklerine sahip olmak için ya yer altına inerler veya Sovyet rejimindeki “Samizdat” modeli muhalefet odakları oluştururlar. Ya da İran’da görüldüğü gibi muhalefeti dini zeminde oluştururlar. Modernleşmeci İran Şahı’nı, İran’ın mollaları Batı eğitimli “Müslüman mühendisler”in desteği ile devirir.
Soyolojiye ve siyasal bilimlere fazla aşina olmayanlar için yukarıda özetlediğimiz süreçler
üzerinden tartışmalara girmek de, bu açılardan AK Parti olgusunu anlamaya çalışmak da, aslında gereksizdir.
Kemalizm ve diğerleri
Belirli klişe cümlelerle mevcut duruma tepki koymak, düşünce açıklamaya yeter:
-Eskiden ortada bu kadar çok başı örtülü kadın yoktu.
-Bunlar ülkeyi Ortaçağ’a geri götürmek istiyorlar.
-Eğer işi cahil halkın oylarına bırakırsanız sonuç böyle olur.
Ne yazık ki günümüz Türkiye’sinde siyasal içerikli tartışmalar bazıları tarafından bu tür monologlara dayalı olarak sürdürülmek isteniliyor. Bu monologların seslendiricilerinden bir bölümü de, maalesef Silahlı Kuvvetleri siyasal tartışmaların zeminine çekmeyi modernciliğin veya laikliğin gereği olarak da görüyor.
Hiç unutmayalım ki Türkiye ne dünyada,
ne de nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında tek örnektir. Ayrıca bizim “Kemalizm”imiz gibi, mesela Tunus’un “Burgibaizm”i, Mısır’ın “Nasırizm”i de hem bağımsızlığı, hem modernleşmeyi amaçlayan ulusal ideolojilerdir.
Bizim farkımız, “Demokrasi”yi “Modernleşme” ile kaynaştırabilmiş olmamızdır.
Ümmi değil cahil olanlar
Bugün AK Parti’nin ulusal hedef olarak “AB ile entegrasyon”u benimsemiş olması da,
işte bu farkın en çarpıcı sonucudur. Yani hukukun ve sosyo-politik düzenin şifresi “Şeriat”
değil, “Kophenhag Kriterleri”dir.
Bunun dışında inanç derecelerinin değişik olması, bireylerin daha fazla veya daha
dindar olmaları, demokratik çoğulculuğun kabul edilmesi gereken öğeleridir.
Üstelik bu farklılıklar, sadece inançlar alanında değil etnik kökenlerde de vardır.
Özetle siyaseti sağlıklı biçimde anlayıp tartışmak için sadece okur-yazar ve modern yaşam tarzına sahip olmak yetmez. Bakış açılarının genişliği, dünyayı ve ülkeyi tarih sürecinde izleyebilme yeteneği, bilgi ve benzeri olgular, insanları ümmi olmasalar da cahil konumuna düşmekten korur.
Anadolu Ajansı’ndan Leyla Ataman’ın haberleştirdiği “Türkiye Petrol Piyasası Raporu”na göre, 2005 yılı sonunda dünyanın kesinleşmiş petrol rezervi 1,293 milyar varil olarak belirlenmiş. Bu rezervle şimdiki üretim düzeyi 42 yıl daha sürdürülebilecekmiş… Kanada ise rezervleri en az işlenmiş ülke olarak mevcut üretimini 200 yıl daha sürdürebilecekmiş.
Bakarsınız şimdiki Başkan Bush’un torununun oğlu da ileride başkan olur ve ABD 43 yıl sonra Kanada’yı da “Demokrasiyi getirmek için” işgal eder.
Paylaş