İngiltere'de bir ‘Türk derbisi’ izliyor olabilirdim. Bir yanda Acun Ilıcalı’nın sahibi olduğu Hull City, diğer yanda ise Queens Park Rangers (QPR). Yıllar önce QPR bir Türk işadamına teklif edilmiş ancak pazarlıklar olumlu sonuçlanmayınca satış işlemi gerçekleşmemişti (İznini almadığım için işadamının ismini yazamıyorum). Ilıcalı sahipliğinden bu yana Hull City maçlarını yakından izliyorum. Hatta İngiltere’de Liverpool’dan sonra gönül verdiğim ikinci takım oldu. Takımın aldığı sonuçlar kadar merak ettiğim bir şey daha vardı; İngiltere gibi futbolun beşiği bir ülkede kulüp sahipliği nasıl duygu? Bir Türk İngiliz futbolunda nasıl iz bırakır?
1- KEHRİBAR VE SİYAH RENKLERDEKİ FORMANIN HAYRANI OLACAKSINIZ
En baştan başlayayım... Hull City’nin maçlarını oynadığı 25 bin seyirci kapasiteli MKM Stadyumu’na ayak bastığınız anda sizi bir Türk bayrağı karşılıyor. Acun Ilıcalı’nın sahipliği gerçekleştiği gün bayrak göndere çekilmiş. Açıkçası bu bile beni Hull City taraftarı yapmaya yeterdi. Ama anlatacaklarımı dinledikten sonra siz de kehribar ve siyah renklerdeki formanın hayranı olacaksınız. “Bayrak tepki çekti mi?” diye soracaksanız, hayır, tam aksine Acun Ilıcalı ile birlikte tribünlerde Türk bayrakları sallanmaya başlamış.
2- TÜM TARAFTARLAR 'SENİ SEVİYORUZ ACUN' DİYE TEZAHÜRAT YAPIYOR
Hull City’nin geçtiğimiz cumartesi günü QPR ile oynadığı maçı Acun Ilıcalı ile birlikte başkanlık locasında izledim. Dakikalar ilerleyip, Hull City öne geçince (maçı 3-0 kazandılar) tribünlerden sesler yükselmeye başladı. “We love you Acun (Seni seviyoruz Acun).” 90 dakika boyunca bu tezahürat 2-3 kez tekrar edildi. Acun Ilıcalı da ayağa kalkarak taraftarı selamladı. Burada kısa bir bilgi vermeliyim..
3- HULL CITY'NİN SEYİRCİ ORTALAMASI 7 BİNDEN 17 BİNE YÜKSELDİ
İngiliz futbolunda bir araştırma yayınlandı. Fair Game isimli şirketin yaptığı araştırmaya göre kulüplerin finansal açıdan devamlılığının en önemli unsuru olarak taraftar katılımı ve yönetim becerisi gösteriliyor. Hull City, Acun Ilıcalı ile birlikte taraftar katılımı konusunda ciddi adımlar atıyor. Taraftarlar deplasmanlara özel otobüslerle ücretsiz olarak götürülüyor. Bu uygulama İngiltere’de bir ilk. Ortalama seyirci sayısı 7 binlerden 17 binlere dayanmış. Son QPR maçını tribünden 16 bin 418 taraftar izledi. Kombine satışı ise 8 binden 12 bin 200’e ulaşmış. Ama en büyük sorun yayın gelirlerinde. 5-6 milyon sterlinlik bir yayın geliri var. Bu ne yazık ki yeterli değil.
Buruk tıpkı Fatih Terim gibi bir etki yaratıyor. Onu farklı kılan özelliği cesareti. Fenerbahçe maçına golcüleri kulübede bırakıp çıkacak kaç hoca bulursunuz?
Kim ne derse desin bu ülkenin 1 numaralı futbol şovuna şahit olduk Kadıköy’de. Galatasaray, futboluyla, hırsıyla ezeli rakibine karşı net ve hak edilmiş bir galibiyet aldı.
Bu galibiyetin ayrıntılarını perde arkasını yazacağım ama önce ‘derbiler’ ile ilgili düşüncemi yazmalıyım...
DERBiLERi ÇOĞALTMALIYIZ
Bir lig ürettiği derbiler kadar izleniyor, derbileri kadar kalite kazanıyor. Bakın İngiltere Premier Ligi’ne...
Orada bir çırpıda ülke ve dünya çapında ilgi gören 7-8 derbi sayarsanız.
Süper Lig’in derbi sayılarını (büyük maç, heyecan uyandıran karşılaşmalar) çoğaltmamızın mutlaka bir yolu olmalı. Bir haftadan bu yana Türkiye Fenerbahçe-Galatasaray maçını konuşuyor.
Bu anlamda futbol adına iki kulübede ne çok şey borçlu olduğumuzu unutmayalım.
Sivasspor- Galatasaray ve Gaziantep-Beşiktaş maçlarında verilen hakem kararları Türkiye’nin gündemine oturdu.
Maçların hakemleri ve pozisyonlar için tartışma devam ederken, bu kez TFF bu karşılaşmaların VAR kayıtlarını kamuoyuna açıkladı.
Bir tartışma bitmeden, ikinci bir tartışmanın kapısı aralandı.
1- Türkiye Futbol Federasyonu bundan sonra tüm tartışmalı maçların VAR konuşmaları yayınlanmak zorunda.
2- Kulüpleri artık kimse tutamaz, her maçtan sonra VAR kaydı isteyecekler. İşte bu iki tartışmaya nokta koymak için TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’yi aradım.
‘MASUM BiR HATA BiLE SONUM OLABiLiR’ HiSSiNi TAŞIYACAK
Artık hiçbir hakem kendini VAR’da güvende hissetmeyecek
Öncelikle kendi düşüncemi yazayım. VAR kayıtlarının açıklanmasını doğru bulmuyorum.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), Sivas-Galatasaray maçında ev sahibi takımın ‘gerekçesiz’ iptal edilen golü için iki hakemi cezalandırdı. Özgüç Türkalp’in hakemliği sonlandırıldı, Erkan Özdamar’a ise sezon sonuna kadar görev verilmeyecek.
TFF, Merkez Hakem Komitesi (MHK) için ise bir karar almadı. Önümüzdeki günlerde komite için de bir karar alınmasını bekliyorum. Ama bu ne kadar zaman alır bilmiyorum. Ama düşüncem açık ve net: ÇOK RADİKAL KARARLAR ALINMADAN HAKEMLİK SORUNU HALLEDİLEMEZ. Şimdi size bunun gerekçelerini yazayım...
YAPAY ZEKA iLE MHK GÜÇ KAYBINA UĞRADI
Mehmet Büyükekşi başkanlığındaki federasyon, ‘hakem konusuna’ neşter attı.
Şöyle bir geriye dönüp bakalım: Yapay zeka ile hakem atanması yöntemine geçti. Böylelikle atamalara şeffaflık geldi ve MHK’nın bu atamalardan sorumlu tutulup yıpranmalarının önüne geçildi.
NOT: Bu noktada 2 ayrı görüş var... “Doğru yaptı“ diyenler. Artık torpille atama, kulüplerin istediği ya da istemediği hakemleri atama yönteminin önünü kapattı.
“Yapay zekaya güvenmeyin” diyenler. Öyle bilgiler girersiniz ki yapay zekaya, istediğiniz hakemi atama şansını yine elde ederseniz. Bu konuda karar sizin.
Ama şu bir gerçek ki, yapay zeka ile Merkez Hakem Kurulu bir güç kaybına uğradı.
Katar 2022 öncesi Suudi Arabistan’ın, Arjantin’i, Japonya’nın Almanya’yı yeneceğini söyleseler, eminim ki pek çoğumuz, “Hadi canım sen de” derdik. Fas’ın, turnuvanın favorilerinden İspanya’yı elemesini ise “İmkansız” olarak nitelerdik. Ama bütün bunlar oldu. Ve bu olanlar akla şu soruyu getirdi:
1. Futbol eşitleniyor mu?
2. Güney Amerika ve Avrupa’nın tekelinde olan futbol iktidarı yeni bir tehditle karşı karşıya mı?
3. Takımlar arasındaki fark ortadan kalkıyor mu?
FİZİKSEL GELİŞİMLE BİRLİKTE FUTBOLCULAR ARTIK ATLETİK BİRER ROBOTA DÖNÜŞTÜ
Bu soruya doğrudan, “Evet” ya da “Hayır” yanıtı vermek imkansız. Benim yanıtım ise temkinli: “Galiba büyük bir değişimin eşiğindeyiz. Bu değişimin en büyük nedenlerinden biri fiziksel gelişim. Gelişen antrenman teknikleri, beslenme ve uyku koçları sayesinde futbolcular artık atletik birer robota dönüştü. Neymar, Mbappe, Messi, Ronaldo gibi fenomenlerin dışında oyuncular fiziksel olarak benzer yeteneklere sahipler. Bu faktör saha içi mücadeleye, “denklik” getirdi. Favori takımlara topu bırakan, kendi yarı alanında bekleyen, nispeten “güçsüz!” takımlar, doğru zamanı, doğru kararı bekleyen ve hızla hücum eden takımlara dönüştürdü.
'SINIRLARI OLMAYAN FUTBOL DÜNYASI' KABULLENİŞİ ORTADAN KALDIRDI
İlk bakışta, pasifist bir futbol anlayışı görünen bu hal, direnmek, karşı koymak ve kazanmak gibi bir felsefeye dönüştü. İkinci ve önemli bir unsur ise “Sınırları olmayan futbol dünyası” Sınırları olmayan bu dünya futbolcular üzerindeki, “Kabulleniş” duygusunu da ortadan kaldırdı. Ulusal takımlarda forma giyen oyuncuların büyük bir kısmı artık “Lejyoner” Pek çok futbolcu karşı karşıya gelmekten çekindiği yıldızlarla aynı sahada savaş veriyorlar. İspanya’yı eleyen Fas’ın 26 kişilik kadrosundan 2 futbolcu İspanya doğumlu. 4 oyuncu La Liga’da oynuyor. Takımın antrenörü 2 yıl Racing Santander’de top koşturdu. Bu örnek bile, tüm futbolcuların benzer kaynaklardan beslendiğinin ve geliştiğinin göstergesi.
2016 yılında Alex Mather ve Adam Hansmann, spor haberleri için yeni site kurduklarında, spor yayıncılığını tepeden tırnağa değiştirebilecekleri bir potansiyele ulaşacaklarını hayal etmişler miydi bilmiyorum.
Ama 5 yıl gibi kısa bir sürede Amerika’nın en etkili gazetesi New York Times onların kapısını çaldı.
5 milyon aboneye ulaşan bu küresel yayın organı tam 500 milyon dolara The Athletic’i satın aldı. Kârlı bir alışverişti. New York Times bu hamleyle birlikte 1 milyon 200 bin The Athletic abonesini de müşteri listesine ekledi.
‘NEDEN THE ATHLETiC’E BU KADAR YATIRIM YAPTINIZ?’ SORUSUNA ÇARPICI YANIT
Times’i yayınlayan Sulzberger ailesi The Athletic’in yayıncılığına David Perpich’i getirdi.
Perpich, “Neden The Athletic?” sorusuna yanıt verirken, spor yayıncılığındaki müthiş potansiyelin de altını altını çiziyordu.
“Bu, inandığımız ve doğru yapacağımıza inandığımız çok büyük bir yatırım. New York Times’ın araştırmasına göre, ABD’de 100 milyon kişi spor haberlerini okuyor. Ve bunun 24 milyonu okuduğu haberin parasını ödemeye istekli. On yedi milyon kişi bunun için New York Times’a para ödemeye hazır.”
NEW YORK TiMES 2025 YILININ HEDEFiNE ŞiMDiDEN ULAŞTI
Kendisini ‘futbol dilencisi’ olarak tanımlayan Eduardo Galeano, ‘Gölgede ve güneşte futbol’ adlı kitabında, “Ben basit bir iyi futbol dilencisiyim. Elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyordum: Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen!” Katar’daki Dünya Kupası’nda oynanan futbol Galeano’yu mutlu eder miydi bilmiyorum. Ama Suudi Arabistan’ın, Arjantin’i, Japonya’nın, Almanya’yı yenmesi onu da çok şaşırtırdı. Tıpkı Galeona gibi ben de stadyum stadyum dolaşan bir ve “Allah rızası için iyi bir oyun” diyen bir futbol izleyicisiyim. Uzman değilim. Ve benim futbol aklım şu soruyu yanıtlama yetmiyor: Dünya futbolu Katar’da değişiyor mu? Suudi’ler, Japonlar futbol devlerini nasıl yeniyor? Lionel Messi nasıl bir baskı altında ve şimdi neler hissediyor?
Bu soruların yanıtları, Türk futbolunun en kariyerli oyuncusu Arda Turan’da saklıydı. Neymar ile, Messi ile birlikte Barcelona’da oynamış, şampiyonluklar yaşamış bir efsane ile konuşmak harika olacaktı? Ben de onu yaptım...
Suudi Arabistan ve Japonya sürprizlerinin sırrı geçiş oyunu
- SORU: Nasıl oluyor da Suudi Arabistan, Arjantin’i, Japonya Almanya’yı yenebiliyor Arda. Benim anlayacağım şekilde madde madde açıklayabilir misin?
1- Dünya futbolunda, “Geçiş oyunu” dediğimiz bir gerçek var artık. Topa sahip olmaktan çok daha önemli hale geldi.
2- Buna paralel olarak, Messi, Cristiano Ronaldo, Mbappe gibi oyuncular dışında tüm oyuncuların fiziksel kaliteleri birbirlerine çok yaklaştı. Çok isteyen, iyi olan, rakip kim olursa olsun öne geçiyor. Takım savunmaları da bu fiziksel kalite ile birlikte çok gelişti.
3- İlk golü atan takımlar için topun arkasına geçmek daha avantajlı hale geldi. Bununla birlikte, etkili duran top kullanma becerileri yükseldi.
4-
Hıncal Uluç’u kaybettik. Onunla ilgili bu yazıyı yazarken tarafsız olmayacağım.
Çünkü Hıncal abiden, tarafsız olmanın çok büyük bir erdem ve övünülecek bir şey olmadığını öğrendim ben.
Gazetecilik salt muhalefet etmekten ibaret değildi onun için. Asıl muhalefet yerleşen kalıplara, alışkanlıklara savaş açmaktı.
Taraf olmak da bunun bir parçasıydı.
Ve yeniliğe taraf olmak, eğlenceli, keyifli bir şeydi.
SARI KIRMIZI KAŞKOLU iLE DEVRiM BAŞLATTI
Sarı-kırmızı kaşkoluyla Ali Sami Yen Stadı’nın basın tribününe girdiğini görenler o anda bir gazetecilik devrimine şahit olduklarının farkında bile değillerdi.
Ankara’nın sıkıcı siyasi havasından ayrılıp İstanbul’a gelen, önce “Erkekçe” dergisiyle cinsel tabuları yerle bir eden Hıncal Uluç bu kez spor medyasının alışkanlıklarına meydan okuyordu.