PaylaÅŸ
TÃœRK KOYLARI HARÄ°KA, KIYILAR Ä°SE ZEVKSÄ°Z VE PÄ°S
Sizlerden izin aldıktan sonra, ilk işim eşimle birlikte Ege Denizi’ne açılmak oldu. Bir hafta süreyle, hem bizim kıyılarımızın birbirinden güzel yerlerini, ardından da Yunan Adaları’nı dolaştık. Gittiğimiz yerlerde karaya çıkıp köy veya kasabaları gezdik, restoranlarda yemek yedik.
İçimiz burkuldu.
Aramızda bu kadar büyük fark olmamalıydı. Ancak, ne yazık ki bu fark giderek artıyor.
Önce bizim kıyılardan başlayalım.
Bizim kıyılarımız ve denizimiz gerçekten çok güzel.
Dantela gibi işlenmiş, deniz pırıl pırıl. En önemlisi, kıyılarımızın önemli bir bölümü yemyeşil ağaçlarla kaplı. Çığırtkanların sesi ve ağaçların kokusu insana inanılmaz bir keyif veriyor.
Yunan Adaları’nın denizi de aynı. Ege, her iki tarafı da güzelliği ile şımartmış. Ancak adalar, Türk kıyıları gibi yeşil değil. Koyları nefis, kara tarafı kurak.
Ancak, işin içine insanoğlunun eli, insan zevki girince manzara değişiveriyor.
Yunanlılar bizim önümüze geçiveriyorlar.
Bizim koylarımızı dolaşırken, ilk gözünüze çarpan salaş kulübeler veya adına restoran dahi diyemeyeceğiniz lokanta bozuğu tahta iskeleler oluyor. Yanaşması güç, her tarafından küflü çiviler, kırık parçaların sarktığı, pis görüntülü iskeleler bütün görünüşü bozuyor.
Hadi bunu görmezden geliyorsunuz ve bir şeyler yemek için sahile çıktığınızda, genellikle köy usulü kızartılan balık, karmakarışık ve ne olduğu tam anlaşılamayan bir salata, kötü bir patates kızartması…
Türk mutfağının inceliklerinden vazgeçtim, bari ağız tadıyla bir şey yemek istediğinizde de büyük bir hayal kırıklığına uğruyorsunuz. İçki isterseniz, buz bulunmadığından, yarı ılık bira veya şaraptan başka birşey yok… Oysa o canım kıyılarda, dünya pahalısı teknelerle dolaşırken insanlar biraz ağız tadı, biraz da göz zevki arıyorlar.
Türk kıyıları birbirinden çirkin beton binalar, salaş kulübeyi andıran konaklama noktaları ile dolu.
Peki servis var mı ?
Ne servisi ?
Mazotunuz veya suyunuz bittiyse, buz almak istiyorsanız veya teknenizde bir tamirat gerekliyse, hayatınız söndü demek… Ancak büyük marinalara girdiğiniz taktirde ihtiyaçlarınızı giderebilirsiniz.
İşin daha da dramatik yanı, bazı koyları istila eden günübirlikçilerin gelmeleriyle başlıyor. Özellikle Göcek koylarını kasıp kavuruyorlar. Sonuna kadar açılmış hoparlörlerden, avazı çıktığı kadar bağıran ve ne dediği anlaşılamayan şarkıcıların naralarıyla, o güzelim sessizlik bozuluveriyor. Allah’tan 2-3 saatliğine huzurunuzu bozabiliyorlar. Bir süre sonra, yine bağıra çağıra gidiyorlar.
İçinizi burkan bir diğer manzara da, koyların pislenmesi.
Guletler geliyor, içindekiler yiyip içiyor ve pisliklerini kıyıya atıveriyorlar.
Günübirlikçiler olsun, yolu olan koylara inen piknikçiler olsun, etrafı leşe çevirme konusunda adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Tabii böylesine çok pisleten olursa, belediyelerin de gücü yetmiyor.
Özetlemem gerekirse, canım ülkemizin pırlanta gibi işlenmiş kıyılarını bizler, anlı şanlı milletimiz mahvediyor. Zevksiz ve pisliğe alışmış insanlarımız kirletiyor, çirkin binalarla etrafı betonlaştırıyor, kimi cahil belediye başkanları da bunlara uyup ya göz yumuyorlar veya onlar da aynı oyuna katılıyorlar.
                                 Â
YUNAN ADALARI YENİDEN RESTORE EDİLİYOR…
Yunan Adaları’nın denizi genellikle temiz. Ege Denizi’nin o güzelimÂrenkleri hakim. Ancak genelde kıyılar çok kurak. Türkiye kıyılarındaki gibi yeÅŸillik yok veya çok az var. Bir koya baÄŸlandığınız zaman, Türkiye sahillerindeki gibi keyif alamıyorsunuz. Tatsız tuzsuz bir hali var. Belki de bundan dolayı, hemen her adanın bir koruganı veya marinası var.
Yunan Adaları’nın bize üstünlüğü, tamamen kıyılarından geliyor.
Teknenizi bağlayıp küçük bir köy veya kasabaya çıktığınızda, farkı hemen görüveriyorsunuz…
Adalarda, izinsiz ve orijinaline sadık kalınmadan bir çivi dahi çakılmıyor. Hele son 4-5 yıldır başlayan büyük restorasyon, artık kendini göstermeye başlamış. Nisiros, Tilos, Simi ve Halki adalarını gezdim. Bunlar küçük adalar, ancak adeta bir resim gibi her şey yeniden yapılmış. Tüm eski binalar restore edilip, boyanmış. Küçük Rum köylerinde dolaşırken, kendinizi müzede sanıyorsunuz. Sokaklar tertemiz ve istediğiniz her türlü servisi bulabiliyorsunuz.
En çok dikkatimi çeken, reklam panosu yok. Göz kirliliği kalmamış. Hiçbir yerde elle yazılı bir işarete rastlanmıyor. Avrupa Birliği’nin tahsis ettiği restoran parasıyla hem eski binalar, hem de tarihi eserler yeniden yapılıyor.
İster koylarda olsun, ister kıyıya çıktığınızda, daima tertemiz bir restoranla karşılaşabiliyorsunuz.
Bizim kıyılardaki restoranlarla karşılaştırıldığında, fark tekrar beliriyor. Yunan ve Türk mutfağının en güzel örnekleri ve çeşitlerini bulabiliyor, istediğiniz içkiyi içebiliyorsunuz.
Hele Simi, size anlatmaya çalıştığım bu manzaranın en tipik örneÄŸidir. 15 yıldır gider gelirim. Louıs’in güler yüzüyle karşılaşır veÂhemen kıyıda, neÅŸesiyle insanı mutlu eden MANOS’ta -diÄŸer bütün Türkler gibi- keyifle yemek yerim.
MANOS kendine özgü bir insandır. Konuklara nasıl servis yapılacağını, onların nasıl karşılanıp iyi vakit geçirmelerinin sağlanacağını en iyi bilen kişidir. Simi denince herkesin aklına sadece MANOS gelir. Bu insan tek başına, SİMİ’ ye büyük katkıda bulunmuştur.
15 yıl önceki Simi ile bugünkü arasında dünyalar kadar fark vardır.
Yunan Adaları, verdikleri göz zevki, servis ve eğlencesiyle…
Türk kıyıları ise, ne yazık ki sadece deniziyle anılıyor…
Sonuçta, Ege turizminden Yunanlılar daha fazla para kazanıyor, biz ise güneÅŸ ve tabiat edebiyatıylaÂyeterince pay alamıyoruz.
ARTIK TÜRKLER’E İYİ MUAMELE EDİYORLAR
Eskiden ,Yunan Adaları’na gitmek bir maceraydı.
Vizesiz girilemezdi.
Vizeniz olsa dahi, düşman muamelesi görürdünüz. Size kötü gözle bakarlar ve ülkelerine kötülük yapacağınız varsayımından hareketle, biran önce geri dönmenizi teşvik ederlerdi.
Son birkaç yıldır, Yunan gümrük ve sahil güvenliğinin tutumu çok değişmeye başladı. Turlarla günübirliğine gidip dönülebiliniyor. Tekneler de, tek bir geceleme için limana giriş çıkış yapabiliyorlar.
Yunan sahil güvenlik ve gümrük polisinin eskiye oranla çok daha iyi davranmasının bir nedeni, tekne sahibi Türkler’in sayısındaki büyük artış. Her bir tekne gittiği adaya iyi para bırakıyor. Esnaf memnun oluyor. O zaman da Yunan polisi ister istemez, daha esnek ve daha kibar davranıyor. Tabii, bu noktaya gelinmesinin tek nedeni Türkler’in zenginleşmesi değil. İlişkilerin genel olarak yumuşaması ve yerel yöneticilerin, daha fazla Türk turist çekmeye yönelmeleri de önemli rol oynuyor.
Aslında, karşılıklı işbirliği geliştirilse -ki, zaman içinde mutlaka bu noktaya da gelinecektir- Yunan Adaları’nın asıl müşterisi İngiliz veya İtalyanlar değil, Türkler olur…
HAFTAYA:
LÄ°NDOS’TA BÄ°R CENNET VE                                           ÂGÖÇEK’İ KURTARMA OPERASYONU
PaylaÅŸ