Ulusalcılar, hepimize ofsayt’tan olsa dahi bir gol attılar. Beni en çok üzen “o kafaya” , yargıdaki “diğer kafaları” da destek vermeleri. Mahkeme dünyanın en komik ve çağdışı kararını almakla belki de iyi etti. Neyin olmaması gerektiğini, AB’den hangi “kafaların korktuğunu” gösterdi.
Karşı karşıya geldiğimiz durum gerçekten komik. Bir idari mahkeme (İstanbul 4. idari mahkemesi) üstüne hiç vazife olmayan bir konuda karar alıyor. Bilimsel bir toplantı hakkında, dünya’nın en çağdışı sorularını sorarak “yürütmeyi durduruyor”.
Neresinden bakarsak bakalım, olay gerçekten hem komik, hem ağlanacak, hem de hepimizi derin bir üzüntüye sokacak derecede ağır.
Kendilerine “Hukukçular Derneği” adı veren aşırı Milliyetçi bir grup yasalardaki boşluktan yararlanıp, Türkiye’ye gol attı. Atıllarına göre, Türkiye’yi Ermeni’lere karşı korudular. Oysa tam aksine bu insanlar, Türkiye’ye büyük zarar verdiler. Ermeni diasporası şimdi memnuniyetinden göbek atıyor. Türkiye’nin Avrupa’daki tüm düşmanları keyiften çatlıyorlar.
Hukukçular Derneği ve yargıçlarımız ülkemize bundan daha büyük bir kötülük edemezlerdi.
Avrupa Birliğini veya dış dünya’nın ne dediğini bir şana bırakalım. Bu “kafa” asıl bizlere büyük zarar verdi.
Şimdi kendi kendimize bazı sorular sormamız gerekiyor:
- Bilimsel bir konferansın yapılıp veya yapılmamasında mahkemelerin kararı neden gerekiyor? - Konferansa katılımcıların niteliklerini sorgulamanın bir anlamı olabilir mi? - Konferansın parasal dayanağının mahkemede araştırılmasının altında ne yatıyor?
Eğer bu uygulamayı genelleştirirsek, hiç kimse “mahkeme kararı” olmadan bilimsel bir toplantı yapamayacak. Veya her bilimsel toplantı, yargıya düşme korkusuyla gerçekleşecek demektir. Bu da çağdışı bir yaklaşımdır.
Durumu galiba en iyi dışişleri bakanı Gül özetledi: Türkiye kadar kendi kendini vuran başka bir ülke yok.
OKULDA DAYAK ATILMAMASINI ÖĞRENMELİYİZ
Posta gazetesinde okudum. Mersin’in Tarsus ilçesindeki Ahmet Yesevi İlköğretim Okulu 7 inci sınıf öğrencisi Mahmut Zeyni okula geç gelince, müdür yardımcısı Vedat Altın’dan tokat yemiş.Çocukta başağrısı başlayınca müdür Ethem Karakoyak’a başvurmuş, müdür de çocuğu kendi arabasıyla hastaneye götürmüş, tedavi ettirmiş. Bunu duyan çocuğun ağabeyi Okan, okulu basıp hem müdürü, hem de yardımcısına saldırıp dövmüş.
Okan’ın yaptığı açıkça bir suç.Cezasını da bulacaktır.
Ancak, diğer suç işleyen de müdür yardımcısı Altın.Ne gerekçeyle olursa olsun, tokat atmamayı, çocuklarımızı dövmemeyi öğrenmek zorundayız. Hele eğitimcilerimiz açısında bu anlayışın yerleşmesi şarttır. Eğer onlar bu ilkeyi yerleştiremezlerse, ileri yıllarda o çocukların maçlarda kavga etmelerinin, sokakta hemen sille tokat tepki göstermelerinin veya fikirlerini zora başvurup kabul ettirme alışkanlıklarının önüne geçemeyiz.
ELEKTRİK HIRSIZLARINI ANCAK ÖZELLEŞTİRME ÖNLER
Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanı Hilmi Gürel, elektrik hırsızlarıyla mücadele ediyor. Hem de kamu oyundan gereken desteği bulamadan bu savaşı sürdürüyor. Son bir konuşmasında çok çarpıcı rakamlar verdi. “ 25 milyon aboneden, 16.5 milyon aboneyi taradık ve 830 bin kaçar tespit ettik” dedi. İnanılmaz boyutlarda bir rakam. Herne kadar kaçak oranı yüzde 25’lerden yüzde 18’lere indirilmiş olsa dahi, daha gidilecek çok mesafe var. 830 bin hırsızdan söz ediyoruz. Üstelik, bu hırsızların çaldıklarını biz cebimizden ödüyoruz.
Bu işin altından nasıl kalkabiliriz. Bu hırsızlığı nasıl önleyebiliriz ?
Tek yolu özelleştirme.
Özel sektör ,gelişen yeni yöntemlerle kaçağı çok daha kolay bulabiliyor ve hırsızı yakalayabiliyor. Devletin bu donanımı yok. Bunca yatırımı yapma olanağı da yok.
Bakan da bu noktaya dikkat çekmiş.
İyisimi, elektrik dağıtımını biran önce özelleştirin ve ülkeyi bu yükten kurtarın.
KİRALARI BÖYLE KONTROL EDEMEYİZ…
Yıllardan beri hükümetler ne zaman sıkışsalar, kira artışlarını yasa çıkararak durmanın yollarını ararlar. Ancak, başarılı olamazlar.Bunun nedeni de basittir. Bir ülkede kayıtdışı muamelelerin önü alınamadıkça, ev sahibinin elindeki pazarlık günü denetime sokamayız.
Düşünün, siz bir ev sahibisiniz ve gayrimenkulünüze kafanızda bir fiyat biçiyorsunuz.. Bu fiyatı bulana kadar da malınızı kiralamak istemiyorsunuz. Bunu nasıl durdurabileceğiz? Sözleşme yapılsa dahi, açıktan para isteyeceksiniz. Eğer kiracınız, verdiği kirayı resmi kayıtlarında gösterebilse mesele çok daha kolay çözülebilir. Ancak bu uygulama da, ne yazık ki bir türlü oturtulamıyor.
Avrupa ülkelerinde kayıtdışı ekonomi büyük ölçüde daraltılabildiğinden dolayı, kiracıların hegemonyası da kırılabiliyor. Bizdeki çarpıklığı düzeltmenin başka bir yolu bulunmalı…
CEMRE’NİN GİRİT ANILARI...
Kayınvalidem Cemila Garan Girit kökenlidir. Geçenlerde eşim Cemre ile birlikte “kök” lerini aramaya Girit’e gittiler. Bakın Cemre neler anlattı:
“Annemin büyükbabasının soyadı Cilivaki imiş ve 1860’larda İstanbul’a gelmişler. Hanya’da “Kokina” (Kırmızı) adlı bir çiftlikleri varmış. Bizde Hanya’da o çiftliği aramaya gittik. Ama çok dolanbaçlı bir yoldan. Aya Nikola, Heraklion, Rezmo yoluyla.
Aya Nikola yeni bir turist şehri. Lokantalar, tavernalar dolu. Heraklion ise Girit’in limanı. II. Dünya harbinde bombalanmış, hiçbir şey kalmamış. Çarpuk çurpuk modern bir şehir. Ancak gece hayatı çok renkli. Trafiğe kapalı sokaklardaki barlarda gençler sabaha kadar eğleniyorlar. Rezmo, eski Türk evleri ile çok hoş. Osmanlılar 1648-1913 arasında Girit’in hakimiymiş. Bu da en çok Hanya’da görülüyor. Cumbalı Osmanlı evleri, camiler, tekkeler, kaleler, hepsi Osmanlı yapımı.
En hoşumuza giden sokaktaki Yunanlıların tepkisi: “Türk müsünüz? Benim de dedem/babaannem/anneannem Alaçatı/Antalya/İzmir’den geldi”. Giritliler sanki Türkiye’den dün gelmişler gibi hatıralarına sahipler. 9-11 Eylül (izmir’den ayrılışları) tarihlerindeki konferanslarda “Ne oldu, ne hata yapıldı?” araştırılıyor. Gazetelerde yazılar çıkıyor. Alaçatıların torunları dernek kurmuşlar. Restore edilmiş bir tekke’de buluşup, müzik yapıyorlar, konferans organize ediyorlar. Kaldığımız hafta da Mustafa Ketencoğulları ve arkadaşları “Balkan yolculuğu” adı altında Hanya surlarının içinde nefis bir konser verdi, ayakta oynadık Yunanlılarla.
Hanya’daki kaleyi Avrupa Komisyonu restore ediyor. (zaten ören yerlerinin çoğu, %75 Avrupa Komisyonu, % 25 Yunan hükümeti fonları ile restore ediliyor) İçindeki Deniz Müzesi muhteşem. Bir Balkan Harbi bölümü var, biz hiçbir Türk kitabında bu kadar detaylı okumadık.
“Kokina çiftliğini bulduk mu? Hayır. Ama orada bir yerde olduğunu biliyoruz”
Bizi Girit’e götüren seyahat acentasına da teşekkür edecektim ama annemin tuttuğu notları “espiyonculuk” olarak görüp, herhalde insanları peşime takıp Girit’e götüreceğimden korktuğu için, benim onlarla başka bir yere artık gidemeyeceğime dair e-mail çekmiş. Onun için teşekküre layık göremiyorum...
RADİKAL’İN “O KAFA” İLE MÜCADELESİNE BRAVO
Radikal gazetesinin genel yaklaşımına bayılıyorum. Geçen Çarşamba günü “O kafa” ile mücadelesini sürdürdü.
35 yıl önce bir hiç uğruna astığımız Deniz Gezmiş’in posterini bürosuna asan kişi hakkında dava açan savcı Mehmet Fansa’nın yaklaşımı sergilenmiş. MHP’nin en sertlerinden diye bilinen “Mehmet Gül’ ün bile “tarihe mal olduğunu” söylediği bir kişi hakkında, devletin “eski bakışının” hala sürdüğünü anlatmış.
Ardından Ankara Valiliğinin Gay-Lezbiyen derneğinin kapatılmasını istemesine dikkat çekmiş...
Eski anlayışlar, eski kafalar hala kol geziyor. Ancak kızmamamız gerekiyor. Bu işler zaman alacak. Toplumu aniden değiştiremeyiz. Tabii bu arada, hiç değilse devlet bürokrasisinin biraz olsun düzelmesini beklemekte hakkımız değil mi?
EOGG ÖRNEK OLMAK İSTİYOR
Hafta başında, Ereğli Ortak Girişim Grubu (EOGG) İstanbul’da köşe yazarlarıyla sohbet toplantısı yaptı. Bu grubun başını Rıfat Hisarcıklıoğlu çekiyor.
EOGG, ilk günlerde 20 firmadan oluşuyordu. Şimdi sayıları 50’yi bulmuş durumda. Amaçları çok net: Ereğli’yi satın almak.
Bu girişimin hissi yönleri olmasına rağmen, asıl amacı iyi bir yatırım yapmak ve herşeyden önemlisi, Türk özel sektörüne bir mesaj vermek, örnek olmak. Küçük bir bakkal dükkanını dahi ortak işletemeyen Türk Özel sektör kültürünü değiştirmek.
“Ya küresel oyuncu olacaksınız veya yok olup gideceksiniz” diyen Rıfat Hisarcıklıoğlu, özel sektörümüzün en büyük zaafına parmak basıyor.
EOGG çok zor bir işe giriyor. Ancak, başarılı olmaları halinde de bir devrim yaratmış olacaklar. Benim de başlangıçta kuşkularım vardı. Artık yok. Eğer sonuna kadar götürebilirlerse, bu ülke özel sektörüne büyük bir ders vermiş olacaklar. Erdemir’i satın alamasalar dahi, bu yaklaşımlarıyla çok kişinin gözünü açacaklar.
BİR NEFES ANI...
Her anı kitabı başka bir tarihsel döneme ışık tutuyor…Anılarını yazan kişinin çevresi, mesleği ve yaşam tarzı da bu ışığın renkleri tabii…Biz de böylece her anı kitabından başka bir keyif ve bakış açısı süzüyoruz kendimize…
“Dış Politikada Bir Nefes” Abu Dhabi, Kophenag, Dublin ve Bern’de büyükelçilik yapan Taner Baytok’un kitabı…Çok içten bir dille yazılmış.
Taner Baytok’un 1960 sonrasının uluslararası ilişkiler boyutundaki gerçekleri gözler önüne serdiği kitabı “Dış Politikada Bir Nefes” adı gibi bir nefeste okunan bir anı kitabı olmuş. Kitap bir diplomatın anılarının üzerinden bir dönemin uluslararası ilişkilerini, diplomasisini ve güvenlik stratejilerini anlatıyor aslında.
Siz de bu hem keyifle okuyup hem de bilgi edinebileceğiniz kitabı kaçırmayın derim.