Paylaş
Bütün gözler de yargının üstünde.
Dışardan bakıldığında yargının aldığı kararlarda kesin bir sinirlilik ortamı hissediliyor. Gerilimli bir hava esiyor.
Bunu nerden çıkardığımızı soracak olursanız, herhangi gizli bir bilgiden kaynaklanmadığını, ancak kamuoyunun bir kesimindeki izlenimin böyle olduğunu söyleyebilirim.
Özellikle CHP lideri Kılıçdaroğlu hakkındaki fezleke bu sinirliliğin en somut işaretidir.
Kılıçdaroğlu, Silivri’yi ziyaret edip yargıyı etkilemekle suçlanıyor. Oysa, Silivri'de CHP'nin milletvekilleri tutuklu yatırılmaktadırlar. Bir siyasi liderin partisine mensup (Balbay ve Haberal gibi...) kişileri ziyaret etmeye hakkı yok mudur? Bir siyasi liderin yargıyı eleştirmeye hakkı yok mudur?
Sadece bu değil, Tolon'un yeniden tutuklanması olsun, Özel Yetkili Mahkemenin Başbuğ'un yargılanmasını üstüne alması da bu gerilimli havayı yaygınlaştırdı . Sanki bir mesaj verilmek isteniyormuş, bir çekişme yaşanıyormuş gibi izlenim ediniliyor.
Aslında bu kararların altında bir gözdağı verme isteği de yatmıyor mu?
Medyaya, siyasi partilere , sivil toplum örgütlerine yönelik bir gözdağından söz ediyorum.
"Artık yeter, sabrımızı taşırıyorsunuz. Eğer yargıyı eleştirirseniz sizi de cezalandırırız." denmek istenmiyor mu?
Doğrusu, yaşadığımız bu garipliklerden dolayı yargıyı suçlamıyorum.
Yargı reformunu bunca yıldır geciktiren iktidarı sorumlu buluyorum. Yapabilecekken neden hala bekleniyor, anlayamıyorum.
YASALARI ÇIĞRINDAN ÇIKARTMAKTA USTAYIZ...
Şu manzaraya bakın... Ortada bir yasa var, ancak o yasanın içinden anlamlar çıkarıyor, bir kelimeyi yorumluyor ve bambaşka bir yere çekiyoruz.
İşte en son tartışma konusu:
Acaba Başbuğ nerede yargılanmalı?
Yüce Divan'da mı, yoksa özel yetkili mahkemelerde mi?
Genelkurmay başkanlarının görev tanımına “İktidarları devirmek için kaos yaratmak” girer mi, girmez mi gibi, dünyanın en anlamsız tartışmasını yaşıyoruz.
Aynı şekilde, Cumhurbaşkanı Gül'ün görev süresiyle ilgili olarak uzun süre aynı tartışmalar yaşanmadı mı? 5 yıl mı yoksa 7 yıl mı diyerek birbirimizi yedik.
Bu karmaşının başlıca nedeni bizim yasa yazma tekniğimizden veya anlayışımızdan kaynaklanıyor . Hiçbir zaman net-açık-seçik bir yasa çıkaramıyoruz. Özellikle duyarlı konularda, mümkün olduğunca karmaşık, her türlü yoruma açık veya "Ancak..." kelimelerinin kullanıldığı metinler yazıyoruz. Hatta, yasa mentine koyduğumuz gizli tuzaklar veya muğlaklıklardan yeterince tatmin olmadığımız zaman, hemen hemen aynı konuda bir başka yasanın içine tam tersi anlamda bir cümle koyup, dengelemeye çalışırız. Yani, bir elimizle verdiğimizi, öbür elimizle geri almaya çalışırız.
Böylece, berraklık yerine, kafa karışıklığı yaratırız; yasayı herkes istediği yere çekebilir, istediği gibi yorumlayabilir.
Biz de tartışır dururuz.
Muğlak yasa yapmakta bizim elimize kimse su dökemez. Yasaların anlamını değiştirmekte, amacının tam olarak dışına taşıtmakta üstümüze yoktur.
Hep diyorum ya , biz gerçekten, hayatı kendi kendine zorlaştıran, çok ilginç bir toplumuz (!)
BU MİSİLLEME BİZE HİÇ YAKIŞMIYOR ...
Medya haberleri arasında okudum.
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi, Fransız Meclisi’nde kabul edilen "Soykırımı İnkar" yasasına tepki olarak, Fransız Büyükelçiliği’nin bulunduğu Paris Caddesi'nin adı Cezayir Caddesi diye değiştirilmesini, Fransa’nın en saygın Devlet Başkanı De Gaulle Caddesi'ne de Cezayir Milli kahramanlarından birinin adının verilmesini kararlaştırmış. Ayrıca bir de Fransız Büyükelçiliği’nin yakınlarında bir yere, Cezayir soykırım anıtı dikilmesi onaylanmış ve çalışmalar başlamış.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu jest ne Türkiye'ye, ne de Belediye Başkanı Gökçek'e yakışıyor. Şarklılık kokan, genelde üçüncü dünya ülkelerinde görülen, etkili bir tepki olarak nitelenemeyen bir yaklaşım.
Bugünkü devlet başkanı Sarkozy'nin başta iç politika nedenleriyle attığı bir adımın faturasını neden Fransa’nın tümüne çıkarıyoruz? Fransa ile anlaşmazlık içinde olan ülkelerde dahi Paris Caddesi vardır. Paris bir semboldür. Sorarım sizlere, yarın Sarkozy'nin yerine bir başka devlet başkanı gelip, Türkiye ile ilişkilerini düzelttiği taktirde ne yapacağız? Caddenin adını yeniden değiştirip, yine Paris mi diyeceğiz?
Hele “Cezayir Soykırım Anıtı” dikilmesi konusu daha da çocuksu...Cezayir hükümetinin dahi "Bizim üzerimizden Fransa ile kavga etmeyin" dediği bir sırada, inatla bizim anıt yapmamız, kusura bakılmasın ancak, çok hafif kalıyor.
Türkiye ciddi bir ülkedir. Tepkilerini böylesine hissi gösterilerle ortaya koymamalıdır. Ankara Belediyesi üyeleri eminim iyi niyetle tepkilerini göstermek istemişlerdir. Ancak seçtikleri semboller, gerçekten bize yakışmıyor.
Paylaş