Paylaş
Gazetecilik hayatımın önemli bir bölümünü yurt dışında geçirdim. Türkiye’nin konu edildiği konferanslara, uluslararası toplantılara katıldım. 1970 ve 2000 arasındaki yıllarım bu şekilde geçti. 30 yıllık süreçte kemikleşmiş bir Türkiye imajı vardı.
- İnsanlarına işkence yapan…
- Askerin yönettiği, yarı faşist bir yönetim şeklini savunan…
- İnsan haklarını hiçe sayan…
- Çarpık bir demokrasiyle yaşayan…
- Kürt vatandaşlarına kötü muamele eden bir ülke…
Tabii bunlara bir de Kıbrıs’ı , Ege ve Ermenistan’ı eklemek gerekiyor.
Her toplantının eleştiri menüsünde bunlar vardı.
Şimdilerde bu manzara değişti. Hala Kıbrıs ve Ermenistan var. Ancak eskisi kadar heyecan yaratmıyor. Ege (Türk-Yunan ilişkileri) konusu hiç gündeme gelmiyor.
Kürt sorunu eskiye oranla daha az ele alınıyor. Bunun başlıca nedeni de bu forumlarda PKK’nın terörle özleştirilmesi.
Demokrasi, insan hakları eksiklikleri, işkence ve askerin üstünlüğü artık gündemde değil.
Bunların yerine, yargı bağımsızlığı ve son haftalarda da Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜBA) atamaların iktidar tarafından yapılması yolundaki gelişmeler ön plana çıkmaya başladı. Kimse bunun nedenini-gerekçelerini anlayabilmiş değil.
Türkiye denilince, ekonomisinin nasıl olup da bu kadar iyi gittiği sorgulanıyor…İsrail ile sürtüşmesinin nereye kadar gideceği tartışılıyor…Suriye’deki iktidarı nasıl değiştirebileceği konuşuluyor.
Ankara’nın eksen kaydırıp kaydırmadığı zaman zaman ortaya çıkıyor. Yine de bir kuşku yok değil. Türkiye’nin kendine yeni bir yer edinme çabası dikkatle izleniyor. AB’ye tam üyelik konusu ise giderek daha az ele alınıyor.
İşte size bir dış imaj özeti…
TÜRKİYE ARTIK GÖÇMEN ALAN ÜLKE OLDU...
“Tatlı Dil” adı verilen konferansta son derece önemli analizler yapıldı. Ancak bir konuşmacı vardı ki burnumuzun dibinde yaşanan bir gerçeği orada bizlere anlattı.
Prof. Kemal Kirişçi (Boğaziçi Üniversitesi) rakamlarla Türkiye’nin artık göçmen yollayan bir ülke olmaktan çıktığını; aksine göç alan bir ülke konumuna girdiğini ortaya koydu.
Hani Avrupa’da bir Türk işçisi korkusu vardır ya, tam üyelik durumunda yüzbinlerce işçimizin Avrupa Birliği’ni istila edeceği söylenir ve bu da aleyhimizde kullanılır; bu korku meğer şehir efsanesinden başka bir şey değilmiş.
Meğer herşey 2007 yılından itibaren değişmeye başlamış.
Verdiği (resmi) rakamlar son derece aydınlatıcıydı.
2007’de Almanya’ya göç eden Türk sayısı 29 bin. Aynı yıl Almanya’dan Türkiye’ye göç eden Türk ve Almanların sayısı ise 32 bin.
2009’da bu rakam daha da artarak giden Türklerin sayısı 30 bin iken, Türkiye’ye gelenlerin sayısı 40 bini buluyor. Daha önceki yıllarda tam tersi bir durum varken her geçen yıl göç Türkiye’ye doğru artıyor.
Gelenlerin önemli bölümü hem kalifiye hem de emekli Türk işçileri, Türkiye’ de iş arayan Alman iş adamları ve üniversite hocaları
Türkiye’den Almanya’ya yönelik siyasi göçmen başvurusunda da son derece önemli bir düşme var.
1991’de yılda 24 bin kişi siyasi iltica isteğinde bulunurken 2009’ da bu rakam 1400’ e düşüyor.
Bu rakamlar bir yandan Türkiye’deki insan haklarının önemli oranda düzeldiğini, öte yandan da Türkiye’de yaşamanın ve para kazanmanın Almanya’ dan daha kolaylaşmaya başladığını gösteriyor.
Konuşmacılar AB’ nin vize yaklaşımının değiştirilmesinin ülkelerin iç politikaları açısından son derece imkansız olduğuna dikkat çektiler. Aynı zamanda Türkiye’nin bu vize yaklaşımı sonunda AB’den uzaklaşırken, kendi vizelerini kaldırarak bölgesiyle çok yakınlaştığını belirttiler. Ekonomik, sosyal ve politik açıdan önemli kazançlar elde edildiğinin altı çizildi.
TÜRKİYE HAKKINDAKİ BAZI DÜŞÜNCELER...
Konferansta daha birçok şey konuşuldu.
Dikkatimi çeken noktalardan bazılarını paylaşmak isterim:
- AB için ne kadar önemli olursa olsun, Sarkozy ve Merkel ayrılmadan Türkiye’nin tam üyelik süreci hareketlenemez.
- Türk ekonomisi yaşanan global krizde daha şanslı görülüyor.
- Kıbrıs konusunda güç dahi olsa artık tutum değiştirip TAKSİM fikri geliştirilmeli.
- Orta Doğu’ da Türkiye’nin etkinliği artmakta, ancak işi giderek güçleşmekte.
- Kürt sorununu çözmeden bölgede bir güç konumuna giremez.
- Yargı reformu gereklidir .
- Bilimsel bağımsızlığa dikkat edilmesi gerekir.
Ne yazık ki konferansta kimin ne dediğini isim vererek yazamadığımdan dolayı (en önemli kurallardan biriydi) size daha ayrıntılı bilgi aktaramıyorum. Ancak şu kadarını söyleyebilirim:
Biz farkında değiliz ancak Türkiye dışarıdan çok daha iyi görülüyor.
Paylaş