Büyük pazarlıklar yapıldı, son dakika krizleri yaşandı. Ancak Türkiye istediğinin büyük bölümünü elde etti. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli dönemecine girdi. Toplum olarak en mutlu günlerimizden birini yaşıyoruz. Atatürk’ün vasiyetinin gerçekleşmesine az kaldı. Türkiye muassır medeniyete doğru yelken açtı. Bugün, “Ne mutlu Türküm diyene” diye daha da yüksek sesle haykırmalıyız.
Brüksel’de büyük krizler yaşandı, büyük pazarlıklar yapıldı. Ancak sonunda Türkiye isteklerinin büyük bölümünü kabul ettirdi. Kimimize göre Türkiye amacına ulaştı, kimimize göre ödünler verildi. Ancak ne olursa olsun bir gerçeği kabul etmeliyiz. Türkiye’nin tarihinde en önemli viraj alındı.
Bugün, modern Türkiye’nin tarihinde daima anılacak ve damgasını vuracak bir gündür.
Bugün Türkiye’yi Avrupaya taşıyacak bir sürecin başlangıç günüdür. 70 milyonluk dev bir ülkenin, uzun yıllardır devam eden kimlik sorununun bitebileceği, Türkiye’nin 1 inci ligde oynayabileceğinin açıklandığı gündür.
İnce ve uzun bir yolun yarısıdır.
Bir defalığına dahi olsa, gelinilen bu noktanın tadına varalım.
Mutlu olalım.
Başarımızı kutlayalım.
Türkiye’yi bu noktaya taşıyanları unutmayalım. Geçmişte önemli rol oynayanları, özellikle de Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisini alkışlayalım. Bugüne gelinmesinde bu ikilinin son derece önemli rolleri olmuştur. Tarihe damgalarını vurmuşlardır.
Bildirideki ayrıntıları bir yana bırakalım. İleriyi görelim. Bu sürecin ülkemize neler kazandıracağını düşünelim. Çocuklarımız ve torunlarımızı, daha zengin ve daha yaşanabilir bir ülke bırakacağımızdan dolayı da övünelim.
Birbirimizle itişmekten de vaz geçelim. AB’ye ters bakanların da haklı oldukları yönlerin bulunduğunu kabul edelim. AB projesini destekleyenlerin tek amaçlarının da, ülkeyi yüceltmek olduğunu unutmayalım. Önümüzde açılan sürecin keyfine varalım.
Türkiye inanılmaz bir fırsat yakalamıştır. Sadece kendini değil, Avrupayı da değiştirecek muazzam bir değişim projesinin çarkları dönmeye başlamıştır. Bundan sonra tüm gücümüzle, Almanlar gibi başlattığımız bu işi, İngilizler gibi bitirmeye bakalım. Yarı yolda bıkıp, pes etmeyelim.
Bundan sonrası çok daha güç olacaktır. Büyük krizler yaşayacağız. Kapılar vurulacak, masalardan kalkılacak. Ancak sonunda uzlaşmasını bileceğiz.
Bugün en çok hatırlamamız gereken Atatürk’ tür.
Türkiye’yi muassır medeniyet seviyesine çıkarmayı vasiyet eden Atatürk, bugün eminim yattığı yerde memnuniyetle gülümsüyordur.
Bugün memnuniyet günümüz.
Bugün hepimizin “Ne mutlu Türküm diyene” diye haykıracağımız gündür.
* * *
KAVGAYLA, TEHDİTLE MÜZAKERE YAPAMAYIZ
Bilmem dikkatinizi çekti mi? AB ile müzakere tarihi tartışmaları sırasında eski bir hastalığımız nüksetti. Kendi aramızda da aynı durumla karşılaşıyoruz, ancak özellikle yabancılarla ilişkilerimizde ortaya çıkan bir hastalığımızdır bu. Adeta bir alışkanlık. Hele sıkı bir pazarlık konusu varsa, kendimizi tutamıyoruz.
Dikkat edin, hemen sesimiz yükseliyor. Ses tonumuz sertleşiyor. Kullandığımız kelimeler köşeleşiyor. Hamasileşiyoruz, ders verir gibi konuşur oluyoruz. Dediklerimizi dinledikçe ve alkış aldıkça, daha da coşuyoruz ve tempomuzu daha da arttırıyoruz. Giderek, şantaj- tehdit karışımı veya böyle algılanacak bir üslup benimsiyoruz.
İşin kötüsü, bu şekilde birşeyler kazandığımızı, karşımızdakilerin korkup ödün verdiğini sanıyoruz.
Oysa tam tersi oluyor.
Bu yaklaşım her kesimde var.
Politikacımız, iktidar partisi yetkilileri, sivil toplum örgütü temsilcileri , askerimiz ve de gazetecimiz, aynı hastalıktan müzdarip durumdayız.Bu genel yaklaşım içimize işlemiş. Kurtulamıyoruz.
Özellikle Avrupa’da, bu üslup yadırganıyor. Zira alışkın değiller. Şantaj izlenimi veren konuşma şekli insanları şaşırtıyor. Doğrusu, kimseleri de etkilemiyor. Yine herkes bildiğini okuyor.Geçtiğimiz süreçte işte bunlar yaşandı. Hangi başkent’e gitsem hep aynı soruyla karşılaştım: “Neden bu kadar gerginsiniz ? Neden böylesine sertsiniz ? “
Neyse ki, işin sonuna geldik.
Ancak, bundan sonra müzakere sürecine girilecek.
Eğer bizler eski alışkanlıklarımızda devam edecek olursak, bu sürecin sonunu getiremeyiz. Kendimize güvenmemiz, rahatlamamız ve karşımızdakilere karşı sürekli Çanakkale muharebesi vermekten vaz geçmemiz gerekecek.
Emin olun, bağırarak bir yere varamayız.
Oyunu kurallarına göre oynarsak, çok etkili oluruz.
YENİ ”TÜRKİYE UZMANLARI” TÜREDİ
1970-80’lerde Türkiye Uzmanı sayısı 7-8’i geçmezdi. Onlar da, ya soğuk savaş nedeniyle Amerikan ve İngilizlerin sıkı anti komünist çizgideki isimlerden oluşurlardı. Başka konuları incelerken, arada da Türkiye hakkında birşeyler yazar veya konuşmalar yaparlardı.
12 Eylül müdahelesiyle birlikte, Türkiye ile ilgilenen İnsan Hakları Uzmanları çıktı.Onların ilgisi, Türkiye’de işkence görenlerin listesini yapmak, Kürt sorunuyla ilgilenmek ve sert raporlar yazmakla kısıtlıydı. Uluslararası Sivil Toplum Örgütleri birden bire, Türkiye’nin nezdinde yeni bir kaynak bulmuşlardı. Türkiye’yi incelemek için, kolaylıkla para topluyabiliyorlardı.
Şimdi yepyeni bir Türkiye Uzmanlığı modası var.
Türkiye’ye gelmemiş, nasıl bir ülke olduğunu bizzat incelememiş olsalar dahi, bir kesim insan uzman olarak dolaşıyor. Her konferansta bunları karşımda buluyorum. Çoğu zaman abuk sobuk bilgilerle ortaya çıkıyorlar, ancak etkili de oluyorlar.
Bunların modası tabii ki geçecek ve gerçek uzmanlar kalacaklar, ancak moda geçene kadar yapılacak en doğru iş, bu tipleri sıkı bir takibe almak, sık sık brifinglere davet etmek ve peşlerini bırakmamaktır. Göreceksiniz, sonunda pes edeceklerdir. Zira çoğunu tanıyorum ve ne kadar cahil olduklarını, zayıf noktalarını biliyorum.
TÜRKİYE, AB’ NİN VİAGRA’ SI OLACAK !
Bu yazının telifi, Milliyet yazarı Osman Ulagay’a aittir.
Böylesine harika bir benzetmeye hiç rastlamadım. Daha önce yazmak, Osman’ ı arayıp tebrik etmek istiyordum, yapamadım.
Tabii kimilerine göre, Viagra kelimesi hemen seks çağrışımı yapıyor. Ne olursa olsun, nefis bir benzetme ve daha da önemlisi çok doğru bir benzetme.
Türkiye gerçekten, Avrupa Birliğini her açıdan kaldıracak. Ekonomisine doping yapacak, işçi açığını kapatacak, süper güç statüsüne ulaşmasına yardım edecek.
Bazılarımıza bayılıyor. Kaşlarını çatıyorlar ve “Kardeşim bizim nemizi alsınlar. Şu halimize baksana ... Bizi sadece sömürmek için alır gibi yapıyorlar “ diyorlar.
Göreceksiniz, Cuma günkü kararı da küçümseyecekler.
Türkiye’nin aldatıldığını söyleyecekler. Hiçbir zaman tam üye olamayacağımızı tekrarlayacaklar. AB’nin bizimle oyun oynadığını ileri sürecekler. Üstelik, bütün bunları da yüzleri kızarmadan tekrarlayacaklar. 2002’den bu yana, katiyyen müzakereler başlatılmayacak dediklerini unutacaklar ve “ Biz demiştik” diyecekler.
Hiç utanmayacaklar.
Kollektif hafızamız olmadığından dolayı da, kimseler çıkıp “kardeşim sen şu şu günlerde bak neler neler söylemiştin, şimdi neler söylüyorsun” demeyecek.
Alem bir milletiz vesselam.
Ağzı olanın konuştuğu, kimsenin kimseye hesap vermediği, bilgiye değil daha çok komplo teorilerine güvenen insanlarız.
Bunları düşündükçe, aklıma hep Özal’ ın bir lafı geliyor:
“Alışırlar, alışırlar “ derdi.
KİTAP KÖŞESİ
TÜRK SİYASİ TARİHİNDE DEMOKRAT PARTİ
Mustafa Albayrak’ın kaleme aldığı “Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti 1946-1960” isimli kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde, 1945-50 bütün siyasi koşulları, olanakları kullanarak iktdarı elinde tutmaya çalışan CHP ile her ne pahasına olursa olsun iktidarı ele geçirmeyi amaç edinmiş DP’nin doğuş yükseliş nedenleri, iktidar-muhalefet arasındaki mücadele başrolde...
İkinci bölüm de, 1950 seçimleri sonrası iktidara gelen DP’nin 10 yıllık iktidarı buyunca yürüttüğü siyasi, ekonomik ve toplumsal politikalar var. Kitapta bir ilke imza atılmış. DP’nin gizli grup tutanaklarından ilginç bölümler verilmiş. Demokrat Parti’ye derinden bakmak istiyorsanız, kaçırmayın...(Phonix Yayınevi: 0 312 320 44 57-58/ www. Phonixkitap.com)
* * *
NÜFUS MÜBADELESİ ... KAYIP BİR KUŞAĞIN HİKAYESİ...
Osmanlı Devleti Balkan Savaşı sonrasında Avrupa’daki topraklarının nededeyse tamamına yakınını kaybederek çekilirken, geride yüzbinlerce kişiyi bırakmıştı. Bu yüzbinler Osmanlı tebaasıyken bir anda bambaşka bir devletin azınlık statüsündeki müslüman vatandaşları oluvermişti. Homojen milli devlet kurma çabasındaki Yunanistan ile Türkiye’nin bu sorunu kendi lehlerine halletmek için arayışlara girdi. Çözümün dünyada eşi benzeri yoktu. Karşılıklı olarak Ortadoks Rumlar ile müslümanların değişimi... Yani nüfus mübadelesi... Türkiye’de yaşayan Rumlar Yunanistan’a gönderildi. Yunanistan’ın değişik yerlerinden mübadil adı verilen yüzbinlerce insan Türkiye’ye geldi. İşte Mehmet Ali Gökaçtı’nın yazdığı, “Nüfus Mübadelesi, Kayıp Bir Kuşağın Hikayesi” mübadele öncesini, mübadeleyi ve -hep perde arkasında kalan- sonrasını anlatıyor... Lozan Mübadillerinin hikayesini merak ediyorsanız sakın kaçırmayın. (İletişim Yayınları: 0 212 516 22 60/ e-mail: www.iletisim.com.tr
* * *
BİR GÖNÜLLÜNÜN DOSYASI ... KIBRIS DİYE DİYE...
Kamil B. Raif, “Bir Gönüllünün Dosyası... Kıbrıs Diye Diye” bugüne kadar hep siyasetçilerin gözüyle bakmaya mahkum edildiğimiz Kıbrıs’a ilk defa insan faktörü açısından bakmamızı sağlıyor. Yazar bize, 1930’lardaki bir Akdeniz kasabasını anlatıyor. Bu kasabada yaşayan bir çocuğun İngiliz Koloni İdaresinde yaşadığı ikilemi, bu ikilemden nasıl kurtulduğunu anlatıyor. Devamı da var.... EOKA terörü, 1963 Kanlı Noel Baskını, Barış Harekatı... Kıbrıs’a dair bilinen bilinmeyen pekçok şey... Kıbrıs’a siyasi bir olgu olarak değil, bir gönüllünün dosyasından bakmak istiyorsanız kaçırmayan... (Sinemis Yayınları: 0 312 424 10 63)
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)