Paylaş
New York- Londra
Bugün size belki de hoşunuza gitmeyecek bir konudan söz edeceğim. Belki, tam aksine sizin de aklınızda olan, ancak söyleyemediğiniz bir konu...
Suriye'den gelen mülteciler için açılan kapı ve kamplardan söz etmek istiyorum. Öylesine garip bilgiler gelmeye başladı ki kendi kendime "Biz neden bu kolaylığı gösterdik? Hadi insanlık uğruna yaptık diyelim, gelenlerin kim olduklarını, gerçekten ihtiyaç sahibi kişiler olup olmadıklarını biliyor muyuz?" demeye başladım.
Örnek verebilirim:
Gelenlerin sayısı yüz bini geçti ve daha da artacağa benziyor. İçlerinden bir bölümü gerçekten ihtiyaç sahibi insanlar. Evleri yakılıp yıkılmış, ailesini ölümden kaçıran zavallı Suriyeliler.
Diğer bölümü ise, Türkiye'ye sırf iş bulmak için gelenlerden oluşuyor. Bölgedeki büyük kentleri dolaşın; hemen farkına varacaksınız.
Bir başka kesim daha var ki aileleriyle gelip ev kiralıyor ve kalıyorlar. Tabii bir de hırslısı hırsızı var ki onlarla hiç başa çıkılmıyor.
En önemlisi, Türkiye'ye girenlerin kim olduklarını sağlıklı şekilde kontrol edemiyoruz. Kimin ne olduğunu bilemiyoruz. İnceleme yapma imkanımız olmadığı gibi, gelenlerin verdikleri bilgiyle yetinmek zorundayız. Sayıları arttıkça, belki casusu da geliyor, ortalığı karıştırmak isteyen de. Durum gittikçe zorlaşıyor. Hele bundan sonra bu kapıları kapatmanın da imkanı yok.
Peki ne yapacağız?
Çaresizlik içindeyiz. Ankara'yı en çok düşündüren sorunlardan biri de bu zaten. Esad'ın düşmesi geciktikçe kamplara akış sürecek. Kapılar kapatılmazsa, altından kalkılamayacak bir yük ile karşı karşıya kalınacak. Kapıları kapatmak ise, hem Suriye'de hem de bölgede Türkiye'nin imajını bozacak.
İnsanlık adına attığımız bu adım yarın başımıza iş açacak gibi görünüyor.
SURİYE'DE ÇÖZÜM GİDEREK ZORLAŞIYOR...
Bu konuya daha önce de değinmiştim. Birleşmiş Milletler’e göre, Suriye'deki durum gittikçe zorlaşıyor. Çözüm giderek imkansızlaşıyor.
“Peki ne olacak?” diye sorduğunuzda hep aynı yanıtı alıyorsunuz: "Çözümü iç savaş getirecek. Bunun ne kadar süreceğini de kimseler bilemiyor..."
Şu anda Esad en şanslı dönemini yaşıyor. Esad’a içerideki destek hala sürdüğü gibi, muhalefet de zayıf. Yeterince silah alamadığı gibi kendi içinde de bölünmüş durumda. Üstüne üstlük, ABD'nin askeri bir müdahaleye hiç niyeti yok. Olmadığı gibi, başta Türkiye, tüm müttefiklerinin de elini tutuyor. Kimsenin askeri bir girişimde bulunmasını istemiyor.
Nedeni de, kendi başının derde girmesini istememesi. Zira, müttefik bir ülkenin müdahalesi ister istemez Washington'u da arkasından sürükleyecektir. Suriye'ye askeri bir müdahalenin çok ağır bir faturası olacağı için kimse elini bu ateşe sokmak istemiyor. Orta Doğu bataklığına girmeye kimsenin niyeti yok.
Esad rejiminin hayatını zorlaştırmak, ambargo gibi yan etkenlerle muhalefete destek vermenin dışında pek bir baskı planlanmıyor.
Türkiye'nin yapabileceği fazla birşey yok. Yapabileceğini yapıyor. Kapılarını açıyor, kaçaklara kucak açıyor, sert açıklamalar yapıyor. Askeri açıdan ise atılacak bir adım yok.
Allah'tan da yok.
Yoksa bizim savaş meraklısı kamuoyumuzu tutmak pek kolay olmaz!
Bu konuya tekrar tekrar değinmemin tek nedeni, Suriye krizinin daha uzun süre devam edeceğini anlatabilmektir. Bilinmesinde ve kendimizi buna göre hazırlamamızda çok yarar olduğuna inanmamdır.
Unutmayalım ki bu kriz artık bize de önemli zararlar vermeye başladı. Bir yandan, uluslararası kamuoyunda bir Türk-Suriye savaşı yaşanıyormuş havası yaygınlaşıyor. Öte yandan da Ankara'nın bölge ülkeleriyle ilişkileri -özellikle Rusya ve İran- giderek bozuluyor. Üstelik sert demeçler de artık işe yaramıyor. İyisi mi eski hesapları, Davutoğlu'nun nerede ne hata yaptığını, Erdoğan ailesinin eskiden Esad'larla neden bu kadar samimi olduğunu sorgulamayı da bir yana bırakalım. Zira bu tartışmalarla bir yere varamayız.
Önümüze bakalım ve hazırlıklı olalım. Çok daha güç günlerle karşı karşıya kalacağız.
Paylaş