Başbakan Gül’ün Avrupa Konseyi Parlamenter Assamblesindeki konuşması ve ardından soru-yanıt bölümü, inanılmaz bir değişimi gösterdi. Ben şahsen 22 yıldır izlediğim Konsey’de böyle bir oturum görmedim.
Çok açıkça söylemem ve gördüklerimi sizlere aktarmam gerekiyor. Zira, inanın hala şaşkınım. Hala yaşadıklarımın ne oranda gerçek, ne oranda rüya olduğunu anlayabilmiş değilim.
Avrupa Konseyi Parlamenter Assamblesinin geçen Pazartesi günü Strasburg’daki toplantısından söz ediyorum. Başbakan Gül’ün bir konuşma yaptığı ve ardından da parlamenterlerin sorularını yanıtladığı oturum, tahminlerin ötesinde garip manzaralarla doluydu.
Konsey toplantılarına yaklaşık 22 yıldır giderim.
Türkiye’nin Parlamento Assemblesi ile ilk tanışması 12 Mart 1971 darbesiyle başladı ve bugüne kadar da sürdü.
Avrupa’da İnsan Hakları ve Demokrasinin gözetim ve denetimcisi sayılan Konsey (Avrupa Birliği parlamentosu ile karıştırmayın) o tarihten bugüne kadar, sürekli şekilde Türkiye’yi dövdü. 12 Mart darbesi ile açılan kapının ardından, Kıbrıs harekatı, onun ardından 12 Eylül darbesi, ardından Kürt sorunu...
Ben 20 yılda öyle oturumlar yaşadım ki, insanın gözleri yaşarırdı. Türkiye yerden yere vurulur, Türk delegeler sıra kapakları ile protesto edilir, katillikle suçlanır, yuhalanırdı. 20 yıl Konseyde boynumuz bükük dolaştık. Eliştirilerin bir bölümü maksatlı idi, ancak bir bölümü de doğru olduğundan dolayı, parlementeri, bürokratı ve gazetecisi ile hepimizin onuru zedeleniyordu. Haklı eleştiriler daha da acı veriyordu. Resmi yetkililer, “bizi anlamıyorlar bunlar” gerekçesinin ardına saklanıyor, ancak özel konuşmalarında onlar da ezikliklerini saklayamıyorlardı.
İşte ben böyle bir Avrupa Konseyi anılarıyla dolu şekilde, Gül’ün konuşmasını dinlemeye gittim.
ŞAŞKINLIKTAN KENDİME GELEMEDİM
İnanamadım.
Gül konuştukça alkış aldı. Türkiye’nin insan hakları, fikir özgürlüğü ve demokrasi yolunda attığı adımları anlattıkça “bravo” sesleri duyuldu.
Hele sorulara geçilince, durum daha da değişti.
Eskiden Türkiye’yi yerden yere vuran grup liderleri şimdi Gül’e çiçekler atıyor, her konuşmacı önce “Türkiye’yi ve sizi tebrik ederiz” diye söze başlıyor ve son derece anlayışlı sorular soruyorlardı. Konsey Assamblesini ve bu insanları bilmesem “Türk yetkililer soruları bile öneceden hazırlayıp ceplerine koşmuşlar” diyebilirdim.
Bu manzaraya Gül’ün 10 yıllık Konsey deneyimi ve ilişkileri mutlaka katkıda bulunmuştur. Son derece mantıklı yaklaşımı, yanıtlarının yumuşaklığı da atmosferi etkiledi.
Ancak asıl etken, Türkiye’nin son iki yıldır Kopenhag Kriterlerine uyum konusunda gösterdiği olağanüstü gayretti. Önce Ecevit koalisyonu, ardından AKP hükümetinin yaptığı değişiklikler, Türkiye’ye açıkça lig atlatmış. Demek ki sorun, “Türkiye’yi anlamamalarından ve sevmemelerinden” değil, Türkiyenin İnsan Hakları ve Demokrasi klübüne hem üye olması, hem de kurallarına uymamasından kaynaklanıyormuş.
Geçen Pazartesi Avrupa Konseyi binasındaki Türkler ülkeleriyle gurur duydular. Normalleşmenin tadını tattılar. İtilip kakılmak, sürekli eleştiri almak yerine, Avrupa normlarına ayak uydurmaya başlamanın rahatlığını yaşadılar.
Bu keyfi bizlere yaşatma şansı da Gül’e düştü. O gün Strazburg’da bir avuç Türk çocuklar gibi şendik. Ancak demokrasi hep gelişen bir süreç. Bunu izleyip ona göre değişmemiz gerek. Bu iş bitti diye düşünürsek, 10-15 yıl sonra gene sıkıntı yaşarız.
* * *
CEM CEMİNAY FIRTINA GİBİ ESİYOR…
Ben Cem Ceminay’ ın geleneksel hayranlarından biriyimdir.
Sesini duyduğunuz andan itibaren sizi kendine bağlayan ve program boyunca da bırakmayan tek radyo programcısıdır.
İki haftadır Karacan kardeşlerin NUMBER ONE radyosunda, hafta içi hergün sabah 06.00- 10.00 arasında 102.5 FM’ den, kelimenin tam anlamıyla fırtınalar estiriyor.
En güzel tarafı, hemen hergün kendini yenileyen bir yaklaşımla karşımıza çıkması. Esprileriyle bizim Türkiye’mizin nasıl olması gerektiğini gösteriyor. Amerika’daki DJ’ lere toz attıracak güçte bir insan.
Cem Ceminay, 10 yıldır Türkiye’ nin 1 numaralı DJ’ yi olmasına rağmen hiç şımarmadı. İşine sadık kaldı ve sadece işiyle ilgilendi. Sonunda da, 2003’ ün en büyük transferini gerçekleştirdi. “ Siemens Mobile Morning Call “ adı altında nefis bir program başlattı.
Tavsiye ederim dinleyin.
Eğer şimdiye kadar rastlayamadınızsa, bir sabah deneyin, bana hak vereceksiniz.
PKK’ NIN CIA İLE GÖRÜŞMESİ DOĞAL DEĞİL Mİ?
Can Dündar’ın günlerdir sürdürdüğü PKK- CIA görüşmesi ile ilgili tartışmanın bu kadar heyecan yaratmasına şaşırmamak elde değil. Özellikle eski politikacıların hayret dolu demeçler vermesini anlıyamıyorum.
Bu açıklamalar sadece Türk halkıyla alay etmek demektir.
Yoksa gerçekten PKK’nın yabancı istihbarat örgütleriyle hiç temas etmediğini mi sanıyorduk?
Eğer böyleyse Türkiye ne yaptığı bilmeyen kişiler tarafından yönetiliyor demektir.
Ne başkalarını, ne de kendi kendimizi aldatalım.
PKK bütün istihbarat örgütleriyle temas etmiştir ve bugün de hala – mutlaka- temas etmektedir. Zira her ülkenin gizli servisi bu tip örgütlerle ilişki kurmak isterler. Kendi amaçları yönünde etkilerler , onlara işler verirler ve karşılığında da yardım ederler.
CIA mutlaka PKK ile şu veya bu düzeyde görüşmüştür. Sadece CIA değil, tüm Avrupa ülkeleri, tüm dost Arap ülkelerine bağlı örgütler de ilişki kurmuşlardır. Kimi çok, kimi az para vermiş, bilgi almıştır. Gizli servislerin dünyası bunu gerektirir.
Bırakın yabancıları, belki Türk MİT’ inin dahi zamanında PKK ile gizli temasları olmuştur.
O zaman neden böylesine heyecanlanıyoruz.
İşin raconu budur.
Can Dündar’ da değindi. Bu haberin şu sıralarda sızdırılmasında da herkesin farklı bir çıkarı olabilir.
Eğer Amerikalı kaynaklar sızdırmışsa, “işte bakın, istersek PKK’ yı canlandırabiliriz. Öcalan’ın yakalanmasını ve size teslim edilmesini biz sağladık, ancak şimdi işler değişti. Bize üs kolaylığı vermezseniz, karşılığını görürsünüz “ demek istiyor olabilirler.
PKK sızdırmışsa, Türkiye’ye “Amerika ile dirsek temasındayız” mesajını göndermiş olabilirler.
Belki de İngiliz veya Almanlar bu işi yapmış olabilirler.
Bu tip işlerin üstadı olan Perinçek grubu dahi bu senaryonun altından çıkabilir.
Önlemini alalım, ancak ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyormuşuz gibi, heyecanlanmayalım…
LİDER VE LİDER ADAYLARI BU KİTABI OKUYUN
Sinan Yaman lider ve liderlik üzerine yazılan kitaplara bir yenisini daha ekliyor. İletişim çağını yaşadığımız bugünlerde liderlik kavramıda yavaş yavaş değişime uğruyor. Omo'nun Fas'tan Kazakistan'a 22 ülkeden sorumlu marka yöneticiliğini yapmış olan Yaman bu kitabıyla liderlik kavramına farklı bir boyut getirip edebiyat dünyasına giriyor... Gandhi'nin Kimse izlemesin beniherkes izlesinkendi içindeki sesi
Çünkü esas olan,benim yolumda olmak ya da olmamak değil Esas olan, İÇİNDEKİ sesle iletişimde olmaktır fikrinden yola çıkılarak yazılan "İÇ'TEN LİDER" bir değişikliğe de imza atıyor. Kitabın sadece sol sayfalarına yazan Yaman sağ tarafınıda okuyucularının doldurması için boş bırakmış. Yazdıklarımın okurda uyandırdığı izleri yazmaları için sağ sayfaları onlara bıraktım, diyor.
ÇİFTE VATANDAŞLIK AYIP BİR ŞEY Mİ?
Sağdan soldan haberler geliyor.
“Şer cephesi” şimdi bana karşı yeni bir kampanya hazırlıyormuş. Benim çifte vatandaşlık statüsünde olmam, “satılmışlık-hainlik” diye nitelemeye, AB ile ilişkilere çifte vatandaşlık nedeniyle önem verdiğim verdiğim gibi garip bir iddiaya hazırlanıyorlarmış.
İnanılacak gibi değil.
Demek ki yaklaşık 300 bin çifte vatandaşlık hakkı edinmiş olan Türk vatandaşı da hain ve satılmış.(!)
Belçika’da tam 30 yıl oturma müsadeli gazetecilik yaptım. Bir ülkede bu kadar uzun süre oturulunca, vatandaşlık hakkı doğuyor. Eşim daha önceden bu hakkı elde etmiş, oğlum Belçika’da doğduğu için zaten otomatik şekilde çifte vatandaş olmuştu. Bende, sürekli seyahatlerimde vize zorlukladından kurtulabilmek için, doğal bir hakkı kullandım ve çifte vatandaş oldum. Durumumu da Türk resmi yetkililere bildirdim.
Bundan bir gariplik olabilir mi?
Bunun neresi suç?
Türk devletinin resmi politikası, hak elde eden tüm insanların çifte vatandaşlığa geçmesini teşvik ederken, bu tip suçlamalar, ayıp değil mi?
ÖZÜRLÜ YAVRULARA ÖĞLE YEMEĞİ SAĞLAYIN
ERAM’ı (Özel Eğitime Muhtaç Çocuklara Yardım Derneği) biliyorsunuz. Bu köşe’de bir kaç defa olağanüstü çalışmalarından söz etmiştim. Özürlü yavrularımıza kollarını açmış bir grup kahraman tarafından ayakta tutuluyor.
Önümüz Kurban Bayramı. Kurban kestirmek istiyorsanız, Eram’a sipariş verebilirsiniz, sizin adınıza, istediğiniz rakkama (bu yıl Fatih Belediyesinin verdiği kurban fiyat 200.000.000-400.000.000 TL arasında) uygun şekilde kurbanınızı kestirip fişini yolluyorlar. Veya kurban derilerinizi verebilirsiniz.
Nedeni çok basit.
Bu kurbanlarla, özürlü çocuklarımısın öğle yemeği harcamaları karşılanıyor. Çifte sevap işlemiş olacaksınız.
Lütfen arayın ve bir defalık deneyin ERAM : telefon 0212 531 47 82- 533 10 09 BANKA HESAP NUMARALARI: İŞ BANKASI FATİH ŞUBESİ : 1020 304250 1272653 ZİRAAT BANKASI KARAGÜMRÜK ŞUBESİ : 965-304400 / 125-6 ZİRAAT BANKASI FATİH ŞUBESİ : 0488 0012 5348 0000 009
(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)