Paylaş
Paparazzi Cem Talu tarafından çekilen bu resimler hiçbir şey değil. Daha neler neler var. Can Dündar'ın kitabı için röportaja geldi ve olan oldu. Neler konuşuldu ve Cem Talu bizi öyle yakaladı ki, yarınki HÜRRİYET PAZAR'da hepsini afişe edecekmiş. Yalvar yakar olduk, para etmedi. Bakalım başımıza daha neler gelecek...
HEYECAN İÇİNDEYİM... BEN NE YAPACAĞIM ŞİMDİ?
Nasıl karışık hisler içindeyim bilemezsiniz.
Hayatımda ilk defa hakkımda bir kitap yazıldı. Bugün, bütün kitapçılara dağıtıldı. Dün akşam bana yollandı ve ben de bu kitabı bu sabah okumaya başlayacağım. Sizlerden hiç farkım yok.
İçinden ne çıkacağını, nasıl bir M.Ali Birand ile karşılaşacağımı da bilmiyorum.
Yaklaşık 1.5 yıl oldu. Can Dündar, bu fikrini ilk defa ortaya attığında çok heyecanlandım.
Hasta dönemimdi. Belki de aklımın köşesinde "Daha ne kadar yaşarım bilemem, acaba herşeyi anlatayım mı?" fikri vardı. Köşe yazıları, belgesellerle göçüp gitmek istemiyordum herhalde.
Bir de Can'a güvenim büyüktü. Kalemine aşıktım.
Sonunda cesaretimi topladım, kendimi ona bıraktım. Karşısına oturdum ve gerçekten herşeyimi anlattım. Can, benden sonra onlarca kişiyle daha konuştu. İçimi dışımı didik didik etti.
Birgün dahi "Kardeşim iyisin hoşsun da, neler yazıyorsun?" demedim. Zira danışıklı hayat hikayelerinden hiç hoşlanmamışımdır. Üstelik herhangi bir riskte görmedim, zira saklanacak hiçbir şeyim yoktu. Ancak yine de içimde bir korku yayıldı. Karşınızda belki de bambaşka hiç beklemediğiniz bir M.Ali bulacaksınız.
Dedim ya, bu 400 sayfalık BİRAND'ı ben de sizinle aynı anda okumaya başlıyorum.
Nasıl bir kitap olduğunu da mutlaka paylaşacağım.
Çok merak ediyorum, acaba bu kitaptan sonra beni sevenler yine sevecekler mi? Sevmeyenler, daha da nefret mi edecek ?
Kitap tümüyle Can Dündar'a ait. Yazımı da, resim seçimi de, telifi de onun.
Bana sadece okuma keyfi düştü.
Can Yayınları (yayınevi@canyayinleri.com) Tel:0212.252.56.75- 252.59.88
"JENNİFER ABLA, İSTANBUL SANA KURBAN..."
Hayırlı olsun, artık yeni bir Milli Ablamız var.
Jennifer Lopez'i bir kucakladık, bırakmaya hiç niyetimiz yok. Allahı var, kendileri de pek alımlı, pek güzel. Kadıncağızı biraz daha rahat bıraksak, İstanbul'u rahat dolaşmasına imkan versek iyi olacak, ancak baktım hayatından memnun görünüyor.
Bu gece son konserini verecek ve "Hayran olduğu İstanbul'dan" ayrılacak. Nasıl olduysa, bu defa bizim meslektaşlar "Türk erkeklerini nasıl buldunuz?" diye sormadılar.
Konserlerinden çok memnun kalanlar da var, büyük hayal kırıklığına uğrayanlar da... Müthiş bir show izlettiğini kimse inkar edemiyor. Herkesin görüş birliğine vardığı tek nokta biletlerin pahalılığı.
Eee, bu iş böyledir. Uluslar arası bir sanatçı izlemek pahalıya mal olur.
En güzeli, konserlerden birinde göze çarpan bir afişti: Jennifer abla, İstanbul sana kurban...
ALİ AĞAOĞLU HERKESTEN ÇOK DİKKATLİ OLMALI...
Ali Ağaoğlu, bu ülkede herhangi bir mütahit değildir.
Öylesine büyük projelere imza atmış, öylesine dev projeler için kollarını sıvamıştır ki, omuzlarında binlerce müşteri ve daha da önemlisi tüm inşaat sektörünün sorumluluğunu da taşır duruma gelmiştir. Ali Ağaoğlu, istese bu kadar büyümez, daha mütevazi kalabilirdi. O aksini seçti. Büyüdükçe büyüdü. Portföyü büyüdükçe, belki kendi farkında değil ancak sorumluluğu da büyüdü.
Bugün kamuoyu Ali Ağaoğlu'nu o harika otomobilleri, birbirinden güzel sevgilileri, her katıldığı programda dağıttığı para veya daireleriyle tanıyor. "Ben yaptım oldu" diyor. Gerçekten de güzel işler yapıyor. Kendi başına bir marka oldu. İnşaat sektörünün simgesi konumuna geldi. Bunları da tek başına yaptı.
Ancak, Ağaoğlu böylesine büyürken, kamuoyundaki güven duygusuna acaba yeterince dikkat ediyor mu?
Çıktığı her programa, verdiği her söze çok daha fazla titizlik göstermesi gerektiğinin farkında mı?
Bütün bunları yazmamın tek nedeni var.
Ağaoğlu, fazla konuşmayı sürdürür, ekranlarda gereğinden fazla görünür ve bu arada da bir yol kazasına uğrarsa, sadece kendine ve ona güvenen müşterilerini kaybetmekle kalmaz, tüm inşaat sektörünü de beraberinde sürükler. Böyle bir felaketin altından da kimseler kalkamaz.
Hepimizin kafasında hala 1980'lerin Kastelli olayının anıları canlıdır.
Ona ne kadar güvenilmişti, hatırlar mısınız?
O da büyüdü, büyüdü, büyüdü ve birgün yol kazasına uğradı.
Bundan dolayı, Ali Ağaoğlu sorumluluğunu hafife almamalı. Eskiye oranla daha da dikkatli ve titiz davranmalı.
İZMİR’DE NELER OLUYOR? KOCAOĞLU’NA KULAK VERİN!
CHP’nin kalesi İzmir, durulmak bilmiyor. Önce, büyük bir operasyonla neredeyse Büyükşehir’in bütün idari kadrosu tutuklandı, ardından 1 milyon 120 bin oyla seçilen Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu hakkında 397 yıl hapis cezası istendi. Yıllardır müfettişlerin büyüteçleri altında geçen denetimlerden sonra belediye işleyemez hale geldi. 3. Yargı Paketi‘nin çıkmasıyla bir anda, tutuklu sanıkların hepsi serbest bırakıldı. Zira kent, davaya çok büyük tepki göstermişti. Ankara’dan bir tek Cumhurbaşkanı Gül, İzmir’in nabzını tuttu ve tahliyelerden sonra Aziz Kocaoğlu, Gül’e teşekkür etti.
Ancak bitmedi. Devamında “duruşmalara neden bu kadar insan geliyor, belediye yönetimi zorla işçileri duruşmaya getiriyor” suçlamasıyla soruşturma başlatıldı... Maliye Bakanlığı, belediyenin Doğal Yaşam Parkı’ndan ve Eşrefpaşa Hastanesi’nden vergi istedi. İstanbul ve Ankara belediyelerine uygulanmayan bu vergi toplama, sadece İzmir’e yapıldı.
İzmir’in en son gündemi ise çok farklı; Belediyenin ulaştırma kurumu ESHOT’un açtığı ihaleyi bu sefer belediyenin şirketi olan İZELMAN kazanamadı. Adı Deniz Feneri ile anılan başka bir şirket kazandı. Belediye, 30 yıllık tecrübeli, sendikalı, 3.000 şoförünün işsiz kalmasıyla yüz yüze kaldı. İhale kanunu belli. belediyenin elinden hiçbir şey gelmiyor.
Bunlar, benim İstanbul’dan duyabildiklerim. Belediye başkanının haykırışları çok manidar: “İzmir size ne yaptı? 4 milyonluk bir kentin üzerine böylesine de gelinmez ki...”
ASIL BOND, NAZIM KALKAVAN’DI...
Sean Connery “Adım Bond, James Bond” diyeli tam 50 yıl oldu. İngiltere’de sergiler, etkinliklerle kutlandı. James Bond Londra’da ilk 5 Ekim 1962’de gösterildi. Birinci film “Dr. No” idi, ancak ikinci film, “Rusya’dan Sevgilerle” çok tanıdıktı çünkü İstanbul’u gösteriyordu. İçinde de Darko Kerim Bey adlı İngiliz Gizli Servisi MI6’nın en güvendiği adamlardan biri ve İstasyon T’nin başı vardı. Darko Kerim Bey İstanbul’un en renkli beyefendilerden biri olan Nazım Kalkavan üzerine kurulmuştu. Hikaye şöyle: Bond’ların yazarı Ian Fleming İstanbul’a gelir ve Nazım Bey’in evinde ağırlanır. Ian Fleming Nazım Bey’e bayılır ve “Rusya’dan Sevgilerle” adlı kitabında en önemli karakterlerinden birini onun üstüne yapar. Darko Kerim Bey “Trabzon doğumlu, 1.80 boyunda, ayrık mavi gözlü, düzgün ciltli, hafif karga burunlu, çok şık giyinen, kendini saydıran” bir kişidir. İkramı sever, evi herkese açıktır.
Benim tanıdığım Nazım Kalkavan böyle bir “senyör” adamdı. Beylerbey’indeki çift kuleli yalısına her İstanbul’a gelen yabancı uğrardı. Hatta “Topkapı” filmi orada çevrildi. Bana misafirperverlik nedir, ikram nedir, içki nasıl içilir, o öğretti. Benim için asıl Bond Nazım Kalkavan’dır. Nur içinde yatsın.
Paylaş